26 Kasım 2013 Salı

Haşhaşlı Kurabiye(tatlı)



Malzemeler:
1 su bardağı sıvıyağ,
250 gr tuzsuz tereyağ,
1 su bardağı pudra şekeri,
1 yemek kaşığı sirke,
1 paket kabartma tozu,
1 çay bardağı siyah haşhaş,
Aldığı kadar un(yumuşak bir hamur olacak)
Yapılışı:
Un,kabartma tozu ve haşhaş hariç bütün malzeme geniş ve derin bir kaba koyulur karıştırarak birbirine yedirilir.Haşhaş ve kabartma tozu eklenir karıştırılır.un azar azar eklenerek hamur hazırlanır.İstediğimiz şekil verilerek yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizilir.170 derece fırında pişirilir.Afiyet şifa olsun :)

23 Kasım 2013 Cumartesi

GENÇ VE HÜR


Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.
Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu da kabul ettiremedim.
Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.
Westminster Manastırı'nın bodrumundaki bir mezarın üstünde yazılıdır.

YEDİKLERİMİZ NE KADAR GÜVENİLİR

Amerikada bir belgesel grubu Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan et fabrikaları, çiftliklerin ne kadar gevinilir olduklarını araştırmış ve bir belgesel yapmışlar. Bizde Türkiyede böyle bir belgeseller dizisi yapacak girişimciler bekliyoruz. Ancak burada bahsedilenlerin çoğu bizide ilgilendiriyor. İzleyelim... İbret alıp idrak edelim inş... Unutmadan lütfen bu konuda daha duyarlı ve hassas olalım. Gelecek nesillerin sağlığı ve güvenliği için bu çok önemli...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Hamzaca Dİl Gelişimi -4


Haftalardır eklenmeyi bekleyen Hamzanın arşivlik dil gelişimi ve çalışmaları :)Bundan tam 1 yıl önce zaman ne de çabuk geçiyor,yoğun bi tempo ile dil çalışmalarına devam ettik sonucunu da aldık Allaha şükürler olsun.

Kasım ayında rehberlik araştırmadan dil terepisti raporumuz ve kaynaştırma raporumuz çıktı,yani hamzanın haftada 2 kez dil terapisti ile çalışmalar yapması ve kreşe gitmesi gerekiyordu.Ama Çorumda dil terapisti olmadığı için haftada 2 kez Ankaraya gitmemiz gerekiyordu.Biz zaten tedaviye başladığımızda faydası olacaktır raporunuz çıkana kadar kreşe başlayacak süzü üzerine kreşe başlamıştık vede çocuk gelişim uzmanı ile çalışmalar yapmaya başlamıştık. Raporumuz çıktıktan sonra çocuk psikiyatrı izinde olduğu için onun dönmesini bekledik ve çalışmalara yine devam ettik.

Çocuk gelişim uzmanımız hamza çok iyi bi gelişme gösteriyor doktor hanım bi görsün sonrasında gerekli görürse Ankaraya gitmeye başlarsınız dedi,Bizde bekledik.Doktor döndükten sonra sabah 6 da gidip sıramızı aldık.Ve doktor hanım ''Hamza 2,5 ay gibi kısa bir sürede çok büyük bir gelişme göstermiş.Bence Ankaraya dil terapistine gitmeye gerek yok.Bu şekilde derya hanımla çalışmalara devam edeceksiniz ve Kreşede gidecek dedi...

Biz bu duruma hem hamzanın gelişiminden dolayı hemde Ankaraya gitme ayrıca kreş olayı maddi olarak bizi çok aşacaktı o yüzden mutlu olduk. Artık kelimeler değil Cümleler kuruyoruz arada mimiklerde eşlik ediyor ama çok güzel,Şükürler olsun....

19 Kasım 2012

-Banada mantı bıyakın yaaa.Bende mantı sev(seviyorum)Babaaa yeme,bak biz hiç ye(yemiyoruz)Bizi de bekye(Hızlı yeme bekle).

-Babam şude(sude)Bana vuydu,bende ayadım(ağladım)Oyda heykes(herkes)var babam.benim okunda heykes vay,onlay benim akadaş(arkadaşım)

21 Kasım 2012 -Anne ben hemen öyendim(öğrendim),Şimdi senden öyendim,Bak böyye giy(giydim)(çorap giymeyi öğrendim)

27 Kasım 2012
-Annemm ben şizi çok özyedim(özledim)Siz evde yok(yoktunuz)Ben üzül(üzüldüm)Dabudu(davudu),seni çok özyedim,babamı da özyedim(Davut ishal ve kusmanadan hastalanıp hastenede kaldığımız zaman)

-Annem abim yok Babannem git(gitti)(kısa bi süre bekleyip gülüyo)Yok yok ben sana şaka yap(yaptım)abim bizim ev(evde)babannem git(kafasını sallıyor gitmedi)

28 Kasım 2012 -Anne benim muştafa amcam vay(anlamıyorum kimden bahsediyor)
-Nerde annem?
-Buyda.
-Burda nerde oğlum?
-Buyda annecim,
-Tamam da oğlum burda nerde anlamadım?
-Bicim evde,buyda,çoyumda(çorumda)
-Tamamm hatırladım,dayının arkadaşı vardı,bize gelmişlerdi,onu mu söylüyorsun?
-Evet onu söyyedim ben,o benim amcam mustafa,dayımın akadaşı(arkadaşı)

12 Aralık 2012
Annecim - Babacım - Abicim - Hayacım(hala) - -Öyetmenim aycu(arzu)

-Ben Hamca Yücel,Ben büyüdüm abi oldum,dabudun abici oydum.

28 Aralık 2012
Kütüphanedeyiz(orda çalışan personel)Hamza hiç tanımıyor ve daha önce hiç konuşmamıştı....
-Annecim o amca benim amcam,onun adı ne?
-Bilmiyorum oğlum,gidip kendisine sorsana(koşup adamın yanına gidiyor)
-Amca senin adın ne?
-Yaşar ya senin adın ne?
-Benim adım hamca yücel Koşup yanıma geri geliyor.
-Anne Bicim okunda(okulda)yaşay bayan(baran)vay,amcamın adı da yaşaymış,o benim amcam,ben onu çok sevdim. Sonra koşup adamın yanına gidiyor.
-Amcaa bicim okunda da Yaşay bayan vay...

29 Aralık 2012
-Acaba geldimi o?Babacım geldi mi?Kimse geldi mi?(Evde tıkırtı duyduğunda kapı mı vuruldu)

-Babacım bunun tadı bay(bal)gibiymiş(şeker yiyor)

-Ben uçacaktım yav,denedim denedim düştüm yav(salonun perdesinden tutunup koşuyor,perde geri çekincede düşüyor,uçmaya çalışıyormuş)

-Ben yayış(yarış)ayaba yapcaktım,önce babamın yayış ayaba yapcaktım(resim yapıyor)

5 Ocak 2013
-Annecim bana kayagöz ay(al)

-Hamza hadi annecim çalışmamızı yapalım(dil çalışması)
-Hayıy yapmayalım
-Ama oğlum bu gün çalışmamızı yapmadık,çalışmamız gerekiyor.
-Hayıy anne çalışmayalım
-Oley bu çalışma çok güzel,hadi çalışalım
-Çalışmayalım...
bekliyorum hala istemiyor tekrar deniyorum gaza getirmeye çalışıyorum
-Hadi bakalım hazırmısın
-.............
-Hadi oğlum başlıyoruz artık
-Hayıy hayıy ben hazıy değilim daha..
(Yinede hazır olmadı istemedi çalışmak,Bende kayısıyı çok sever yavrum kayısıdan küçük küpler hazırladım.
-hamza bak burda ne var çalışma yaparken yiyelim mi?
-Oleyyy....

12 Mart 2013
Kapene(kanepe) - Sıfın(sınıf) - Fısır(sıfır) - Porkatal(portakal) -Anne ben çok öksüydüm(öksürdüm)


16 Nisan 2013
Sofrada bi o kadar aksi yemeğini yemiyor,Herkes yemeğini yedi kalktı bende kalan biber dolmasını tabağa alıp lokma lokma hazırlıyorum(hamza kolay yesin diye)
Hiç te memnun olmayan bir tavırla
-Anne yaaa biberi bitirmede bende yiyim,bak bana kalmadı :)
-Oğlum bende sen kolay ye diye sana hazırlamıştım.
Bir sevinçle oturup bitiriyor yemeğini

17 Nisan 2013
Bi çığlık -Yaaa oyunu mu bozmasınlar(yusuf ve davuttan bahsediyor) -Oğlum bak bir sürü lego var hepinize yeter paylaşın güzelce oynayın hadi -zaten oyunumu bozuyoylay,bozmasınlayda yahatça oynayım bende....

6 Haziran 2013
Hıkkıdık(hıçkırık) - Bıcık(cıvık) -Cık cık cık anlatıyom anlatıyom anlamıyonuz.
Hamzacık Çocuk gelişim uzmanı eşliğinde Mart 2013'e kadar devam etti ve çalışmalarımızı bitirdik.Çok şükür yorucu ama karşılığı güzel olan bi tempo idi.Şu an nasıl mı :) çok geveze susturmak mümkün değil.Eşime hamza artık sus diyeceğimiz hiç aklıma gelmez di diyorum.

Bu sene de mahallemizin ana sınıfına gidiyor .Hatta bu sabah geçen bi konuşmamızı da sizinle paylaşayım....
-Hamza hadi annecim bak öğretmenin geç kalmayın dedi acele etde kıyafetini giy
- Anne hızlıca giyinmemi istiyorsan sen bana yardım etmelisin :)

İşte böyle hazır cevap olduk :) Bu günlük te bu kadar dostlar sevgilerimle :)

16 Kasım 2013 Cumartesi

GIYBET VE İNSAN FİZYOLOJİSİ


Gıybet ve İnsan Fizyolojisi
Bir iletişim tekniği olarak ‘keramet’ ile ‘tayyimekân’ ve ‘tayyizaman’ gibi sıra dışılığı ifade eden kavramlar üzerinde de düşünmek gerekir. Zamanın durması ve mekânın ortadan kalmasına bugünün ses ve görüntü tekniği iyi bir örnek değil mi?
Konuştuğunuz anda on binlerce km uzaktaki bir kimse sizi duyuyor, görüyor ve tepki verebiliyorsa, manevi âlemde bunun imkânsızlığını düşlemek büyük bir tezat. Fizik kanunlarıyla izah edemediğimiz ruh ve melek gibi varlıkları ve bunların madde ötesi iletişimini anlamak dün için kolay olmasa da, bugün için mümkünlüğü ayan beyan ortada.
Kişilerin birbirleri hakkında duydukları, olumlu ve olumsuz hissiyatları belirleyen süreçlerin en önemli sebeplerinden biri de, birbirleri hakkında habersiz söyledikleri ve düşündükleridir. İyi olması için iyi şeyler, kötü olması içinse kötü şeyler söylemek yeter.
Bir kişinin gözünün içine bakmak veya göz göze gelmekten imtina etmek muhatap için mesaj niteliği taşır. Aynı şekilde bir tebessüm sevgiye, imalı bir söz veya davranış ise nefrete yol açar. Yani beden dili, kalbin dilidir. Çoğu kez sözden daha tesirlidir. Çünkü bu hallerde insan çevreye pozitif ya da negatif enerji yayar. Kişinin mutluluğu, stresi, kötü düşüncelere müptela olması gibi durumlarda çevresine yaydığı enerji boyutunun değiştiğini de biliyoruz artık. Maalesef gıybette bu tür negatif enerjiye yol açan kötü hasletlerden biri.
Aslın da gıybet, ‘nasıl bir Müslüman olmalıyız’ sorusundan bağımsız düşünülemez. İnsanlar arasında oldukça yaygın olan buğz ve haset, bencilliğin en büyük emarelerinden biri olup, taraflar arasındaki ilişkiyi olumsuz olarak etkiler. Bugün ‘egoizm’ olarak tanımlanan bencillik, tıbbî olmasa da bir hastalık olup, kişilik bozukluğunun bir göstergesi olarak kabul edilir.
İnsanın ruhu da, beyni de tıpkı vücudun bütünü gibi temiz ve sahih şeylerle beslenmeyi gerektirir. Sadece birini beslemek yetmez, hepsinin ihtiyacını karşılamak ‘kâmil insan’ olmak için değil, ‘insan’ olmak için de şart.
Bedenin terbiyesi gibi ruh ve tüm azalarında terbiye edilmesi şart. Dilin terbiyesi ise yalan, kötü söz ve gıybet açısından da ayrı bir öneme sahip. Dilini terbiye edemeyen kimsenin en büyük zararı yine kendinedir. Kötü söz, hangi devirde hangi işi çözmüş ki şimdi çözsün! Kötü söz, hangi kötü gidişatı değiştirmiş ki şimdi değiştirsin!
Gıybet; boş, hazımsız, kibirli ve cimri kimselerin sorunudur. Cimriler, bedenlerindeki gereksiz hatta zehirli atıkları bile çıkarmak istemedikleri için kendi kendilerini zehirlerler.
İman etmek, ilk ve önemli bir adım olmakla beraber yeterli değil. İnsan bedeninin temiz gıdalarla, ruhun hiçbir şüphe barındırmayan sahih bir imanla, bilincin ise tertemiz bir bilgi ile beslenmesi gerekir ki arzu edilen bir insan ortaya çıkabilsin.
İnsanı bireyleştirip bencilleştiren modernizm, insanların maddi ve manevi açıdan doğru şekilde beslenmesini engellemek için, hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. İnsanların sahih bilgiye, şüphe barındırmayan bir inanca ve doğru bilgiye erişmesini engellemek için her türlü mücadeleyi yürütüyor. Filmler, müzikler, reklamlar, belgeseller, romanlar, moda, ilaçlar, aşılar, tarım kimyasalları, katkı maddeleri, radyasyon, parfümler, deterjanlar gibi sayısız araçla bilinç ve bilinçaltına saldırıyor. Allah’ın varlığını tartışma hakkınızı tanıyor ama bilimi kutsallaştırıp, tabiri caizse Tanrılaştırıyor. Bilime yönelik yapılacak bir eleştiri, dışlanmanıza ve aşağılanmanıza yol açıyor.
Geçmişte tekke ve dergâhların, benlik duygusunu yenme yönündeki mücadelesinin aksine, NLP olarak adlandırılan yöntemlerle ‘benlik’ duygusu körükleniyor. Kadına bağımsızlaşma adıyla telkinde bulunulup, ailenin yapıtaşı olmak yerine, ‘özgür birey’ olma fikri dikte ediliyor. Zevcesiyle bir ve beraber olmaktan ziyade, aralarına iki yabancı gibi kalmalarını sağlamak için sözüm ona özgürleştirmeye çabalıyor. Cemiyet, aile, ebeveyn gibi bütünleştirici yapıların temelini dinamitliyor. Had algısı ve Allah’ın hadlerinin aşılması için nefisler alabildiğince şişkinleştiriliyor.
Karı koca arasındaki ünsiyet; bağımsız hesaplar ve ayrılma ihtimali üzerine kurgulanıyor Çocuk; Allah vergisi ve takdiri olarak değil, yapma zamanı, doğacağı gün ve yeri dâhi plan ve anlaşmanın birer parçasına dönüşüyor.
Gıybet materyalistleşip, doyumsuzlaşan modern insanın hayatını bir parçasına dönüştürülüyor. Sohbetlerin vazgeçilmesi ve adeta deşarj olma aracına dönüştürülüyor. Bütün bunlar ve insanlar arasındaki samimi ilişkiyi zayıflatıp, olumsuz yönde besleyen ve mutlaka geri dönülmesi gereken kötü bir gidişat.
Allah Azze ve Celle kulları arasındaki güçlü bağları koparan, kardeşlik ve dayanışma bağlarını yok eden bu kötü hâli, Hucurat Suresi’nin 12. Ayet-i Celilesi’nde şöyle tasvir ediyor: “Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında gerçekliği kesin olmayan yargılarda bulunmaktan kaçının. Çünkü gerçekliği kesin olmayan yargıların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın; birbirinizi arkadan çekiştirmeyin! Sizden birisi hiç ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? İğrendiniz değil mi? Allah’tan korkun, bunları yapmayın. Şayet yapmışsanız tövbe edin de, O sizi affetsin. Zira O, kullarının tövbelerini fazlasıyla kabul eder, onlara merhametle muamele eder.
Yalan ve gıybetle beslenen modern dönem haberciliğine yönelik bir terbiye edici uyarı da, yine aynı surenin 6. Ayet-i Kerime’sinde şöyle geçiyor: “Ey İman edenler! Günah işlemeyi alışkanlık haline getirmiş birisi size bir haber getirdiği zaman onu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de, sonra böyle yaptığınıza çok pişman olursunuz.”
Kadı Beydâvî, ilk Ayet-i Kerime’nin birinci bölümündeki zikrolunan ve günah olan zannın, iyi kimselere yönelik ‘kötü düşünce’ olduğunu belirtir. Gıybetin ne olduğu sorulduğunda Efendimiz (s.a.v.)’in “Din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Eğer o şey kendisinde mevcut ise onun gıybetini yapmış olursun, değilse iftira etmiş olursun” şeklinde buyurması, her şeyi tevile gerek bırakmayacak açıklıkta tarif etmekte.
Toplumsal huzuru dinamitleyen nedenleri saymaya kalksak, belki de en başa, dedikoduculuğu yani gıybeti yerleştirmeli. Allah’ın bu konuda “ölmüş kardeşinizin etini yeme” şeklindeki ağır tarifi de bu nedenle olsa gerek.
Bazen aklımızdan, yanımızda olmayan bir kişi hakkında sıcak duygular geçirdiğimizde veya bu şekilde rüyalar gördüğümüzde, o kişiden hemen bir haber veya telefon geldiğine çokça şahit olmuşuzdur. Bu aslında gönüllerin bedenden bağımsız iletişim halinde olduğunun en açık delili.
Gönlün sevdiği kişiye ister karşımızda olsun, isterse de çok uzaklarda bulunsun, bedeninde tebessüm ettiğini, hatta iliklerimize kadar mutluluk duyduğumuzu çok iyi biliriz. Bu nedenledir ki, bir hasta çok sevdiği bir kişinin ziyaretinden duyduğu memnuniyet sayesinde çok kısa bir sürede iyileşebilir. Çekilen EGK’lar, ölüme yakın bir kişinin yanında sevdiği bir kişinin bulunmasıyla büyük bir teselli bulduğu ve rahatladığı yönündedir.
Bazen kibir, bazen kendini beğenme, bazen kıskançlık, bazen iki yüzlülük, bazen de kişinin hatalarını yüzüne söyleyememe hali gibi nedenlerle tezahür eden gıybet, tarihte kavimlerin geleceğini ve tarihin akışını bile değiştirmiştir.
Unutulmamalıdır ki hazların yaşandığı ortam cehennemdir. İki insanın yanlarında olmayan diğer bir insan hakkında yapmaya başladıkları dedikodu yani gıybet de bir nevi tatmin olma biçimi olup hazcılıktır. Üstelik bu hazcılık, Ayet-i Kerime’ye göre ‘ölü eti yemek’ gibi yamyamlık emareleri de içerir. Bu davranışın sahipleri bedenlerini olmasa da ruhlarını kendi türüne ait maddelerle beslemiş oluyorlar.

14 Kasım 2013 Perşembe

Ateş Ne Yana; Sevda Ne Yana Düşer?

Her hafta olduğu gibi mümkün olduğunca düzenli olarak blogumuza eklediğimiz Resimli Yazılar-Öğütler ve Ayet-Hadis-Dua-Vecize resimlerini bir gün sonra eklemeyi uygun gördük. Aşağıdaki yazıyı sizlerle başbaşa bırakıyoruz.
Gönlümüze cemre olması dileği ile...



Ateş Ne Yana; Sevda Ne Yana Düşer?

Sesime Ses Verecek Bütün Esmalara…

Gözü Yakup olanın gönlü Yusuftur biraz... Yetim ço­cuklara el uzatan, küçücük bir gülücük uğruna ömür çürütebilecek olan bir Ömer ruhudur biraz. Yusuf’un gönlüne, Yakup'un incecik Ömer'in kocaman cüssesine sığan yumuşacık yüreğine sahip değilseniz lütfen bu yazıyı okumayın. Fiyakalı bir insanlık elbiseniz var ama içi boşsa okumayın bu yazıyı. Kureyşli bir yolcuya, sevgililer sevgilisine ay, Hâbeşli bir köle olurken siz efendilikte ısrar ediyorsanız okumayın lütfen.

And olsun kararan geceye, doğmak için batan güne and olsun ki gece nasıl çökerse insanlığın yüzüne, nasıl sarıverirse başıboş şehirleri, caddeleri, yokla var arası salınan kaldırımları, bir gün hüzün de öyle sarar insan yüreği­ni... Bir isyan, bir sitem ansızın daya­nır yüreğinizin kapısına. Ayak sesleri uygun adım yankılanır kalbinizin so­kaklarında, silah sesleri gibi... Bıçkın bir feryat dilinizden gönlünüze iner­ken, bilmem hangi şehirden bilmem hangi çocuğun feryadı yükselir. Haya­tın ne olduğunu anlamadan ölümü ta­danların garip ahları çınlatır gök kub­beyi. Hüzün amansız bir işgale başlar titreyen yürekleri, kan gibi, ölüm, in­tikam, savaş gibi... Toplumlara nasıl yakışmazsa kan, masum insanlara da öyle yakışmaz ölüm. Öylece sırıtır be­denlerde hesapsız kurşun izleri.

Kırdır içinizde bir dal. Hayır, bir ağacın bütün dalları. Baharda filizlenmeyi bekleyen bir fidan düşüverir gözünüze. Ne ruhunuzu okşayan radyonuzun sesi, ne merakla beklediğiniz magazin haberleri, ne günlük sevdala­rınız ilk defa bir kenara çekilir. Çünkü hayatın bir yanı kırıktır. Bir coğrafyada yaşam durmuş ve tam kalbinizin orta yerinde yanmaya başlamıştır. Uzak­larda bir yangın vardır çünkü. Çünkü rüzgâr size barut, kan, yanık kokuları getirmektedir. Zeytin gözlü çocukların gözünde yaş, bir camın gerisinden son nefesini yüzünüze doğru veriyordur. Bir ana yüreğini parçalarcasına bütün ahlarını alıp yanına, kadere sığınıyor­dur. Siz o gün ayrıldığınız sevgilinizin acısı ile kavrulurken bir yerlerde bir baba evladını sırtlamış ölümle yaşam arası koşturuyordur.

Ve bir kör dövüşü başlar ruhunuz­da. Çünkü Mısır'a, Suriye'ye, Filistin'e, Myanmar’a, Çeçenistan'a, Keşmir'e, Doğu Türkistan'a, bilmem hangi şeh­re tanklar yürüyordur. İçinizde bir kış acıyordur. Öyle acıyordur ki acılar acı­sız kalıyor, mevsimler üzerinize dev­riliyordur. Caddelerinize simsiyah ye­nilgiler sızıyordur. Kaporası ödenmiş bir hayatta içinizin sokaklarında, evlerinden kaçmış çocuklar haykırıyordur.

Mısır, Suriye, Filistin, Myanmar, Çeçenistan, Keşmir, Doğu Türkistan... Bilmem hangi şehir...

Siz zihniniz bunlarla meşgul yü­rürken taşları bozuk caddede, insanlar ilişir gözünüze, hiçbir gayesi olmayan kalabalıklar sürüsü. Acelesi olanlar, olmayanlar, seyyar satıcılar, cami kö­şelerinde Allah rızası pazarlayanlar, yoksullar, zenginler, hümanistler, İs­lamcılar, demokratlar, işçiler, kafe köşelerini tutmuş boşlukta gezen öğ­renciler... Hepsi globalleşen dünya­nın ovalleşen hatlarına tutunabilme çabasında. Hepsi avuç içi kadar yerde flu da olsa bir görüntü aramada. Çoğu modern dünyanın plaketli sosyologla­rı, dünyayı satranç tahtasına çeviren stratejistler, bu dünyanın patronları, sermaye piyasaları, silah tüccarları, süper güçler, sivil toplum örgütleri ve bilgisayarının başında, sanal âlemde, ekran başında şarkı dinleyen ya da mesajlaşan sizlere savaşlar hakkında cilalı laflar döktürenler (mesela bu ya­zıyı kaleme alan yazıcı)...

Sonra bir çocuk elma şekerini yi­tirir de ağlamaya başlar içinizde. Bir güvercin yavrularına yem götürürken vurulur, yavrularını kedi kapar. Bütün yaslı hayatlar için İçinizden ansızın bir sonbahar geçer. İnsanlar küçüldükçe ölüm büyür, ölmek kadar yaşam ez­berlenir sonra. Ve sonra içinizde bir bahar ölür, daha yeşillenmeden.

Ve Mısır'a, Suriye'ye, Filistin'e, Myanmara, Çeçenistan'a, Keşmir'e, Doğu Türkistan'a, bilmem hangi şehre tanklar yürür. Televizyon ekranını kı­rasınız gelir, bir kan toprağa düşerken. Ayağı çıplak bir çocuk çığlıklarla anasını ararken bir ebabil havalanır içi­nizden. Siz bakadururken uzaktan, siz bekleyedururken en harbi demeçler sunan kalabalıklar arasında. Siz bekleyedururken ateşin ne yana sevdanın ne yana düştüğünü bilmeden.

Bakarsınız devran döner. Belki hayallerimizi bağrımıza basıp söylenmemiş sözleri söylemeye cesaret ederiz. Belki bir çocuk iki kere ikinin dört ettiği kadar mağlup bir hayattan galip çıkar. Kibritçi kız son kibritle ısınır. Keloğlan padişahın kızını alır. Bakarsınız içimizdeki çocuk son elma şekerini de yer.

Gün doğmak için batar a cancağızım, doğmak için... And olsun ağaran geceye, battıktan sonra doğan güne and olsun...

Sesime ses verecek gönüllere selam ola....

(Not: Bu yazıyı yazmakta bu kutlar geciktiğim için yeryüzünün bütün te­malarından özür dileyerek...)

Hasan Ali Meriç
Ribat Dergisi Kasım 2013

6 Kasım 2013 Çarşamba

Brokoli Çorbası



Malzemeler:
250 gr brokoli(3-4 büyük dal)
1 orta boy patates,
1 küçük soğan,
2 yemek kaşığı tereyağ
3 yemek kaşığı hatap un,
2 bardak süt,
2 diş sarımsak,
1/2 limonun suyu
Tuz



Yapılışı:
Brokoliler küçük parçalar halinde tencereye koyulur.Patetes ve soğanda parçalanıp eklenir.Limon sıkılır.Üzerini geçecek kadar su koyulur iyice haşlanır.Tereyağ tencerede eritilir, un kavrulur.süt azar azar eklenerek pütür kalmayacak şekilde karıştırılır.Brokoli blendırdan çekilerek una eklenir tekrar birlikte çırpılır.Sarımsak ince doğranır tencereye koyulur.Ocağın altı açılır sürekli karıştırarak pişirilir.Ocağımızın altını kısalım ve 10 dk daha kaynamasını bekleyelim.Tuzu  ayarlayalım....
Afiyet şifa olsun :)

Haşhaşlı Revani



Eskiden beri severdim haşhaşlı tarifleri ama sanki bağımlılık mı yaptı ne özellikle kekini sürekli canım istiyor bu aralar.... sık sık yapıyorum bende :)
Bu gün Haşhaşlı revani paylaşacağım sizlerle
Malzemeler:
keki için:
4 Yumurta,
Yarım su bardağı sıvıyağ,
1,5 su bardağı süt,
1 su bardağı siyah haşhaş,
1,5 su bardağı irmik,
1,5 su bardağı hatap un,
1 paket kabartma tozu,
1 paket vanilya,
Şerbeti için:
3,5 su bardağı şeker,4,5 su bardağı su,birkaç damla limon suyu
Yapılışı:
Keki:
Yumurta ve şeker derin bir kapta 6-7 dk mikserle iyice çırpılır.Sıvı yağ,süt  eklenir tekrar çırpılır.İrmik,haşhaş ve vanilya eklenir çok az karıştırılır.Un ve kabartma tozu elenerek karışıma koyulur.Mikserle iyice birbirine yedirilir.Yağlanmış tepsiye dökülür üstü ve altı kızarana kadar 170 derecede önceden ısıtılmış fırında pişirilir.
Şerbeti:
kekini fırına verince tencereye şeker ve suyu koyarız.kaynamaya başlayınca 5 dk kısık ateşte kaynatırız.Limonunu ekleyerek 5 dk daha kaynatırız,ocağın altını kapatıp ılımaya bırakırız.
Not:keki fırından çıkınca 15 dk dinlendirelim sonra dilimleyelim.Bu arada ılımış olan şerbetimizi dilimlerin aralarına ve üstlerine gezdirerek dökelim.
Afiyet şifa olsun

4 Kasım 2013 Pazartesi

KUŞUN İSTEĞİ


 

Küçük bir kuş su içiyordu akan bir çeşme yalağından. Ayak sesi duydu. Küçücük başını çevirdi, baktı. Temiz giyinmiş, yaşlı bir zat, elinde asası, yüzü güzel, şefkat dolu gibi görünü­yordu. Kuş, "Bu kimseden bana zarar gelmez" dedi. Suyunu içmeye devam etti. Adam geçer­ken asasıyla kuşa vurdu. Kuşun ayağı kırıldı. Fırladı uçtu. Doğru Hz. Süleyman'a (as.)

"Ey Allah'ın Peygamberi! Filan kişi, su içer­ken benim ayağımı kırdı" diye şikâyette bulundu.

Çağırdılar adamı. Süleyman peygamber:

"Niçin bu kuşun ayağını kırdın?" dedi.

Adam cevap verdi:

"Kuştur. İnsanlardan kaçması lâzımdı."

Süleyman peygamber, bu sefer kuşa sordu:

"Niçin kaçmadın?"

"Ey Allah'ın Resulü! Bu zatın yüzü, tavrı, dışı bana iyi bir insan olduğunu gösteriyordu. Ondan bana zarar gelmez diye su içmeyi yarım bırakmadım" dedi.

Bunun üzerine Süleyman peygamber emir verdi:

"Kırın bu adamın ayağını kısas olarak."

Kuş hemen atıldı:

"Ey Allah'ın Resulü! Yapmayınız. Ben bağış­ladım onu... Fakat bu adamın içini dışına çevirin ki, dışına bakan onu görerek benim gibi aldan­masın" dedi.

"İçi güzel olanın dışı güzeldir; dışı güzel olanın içi de güzeldir" diye bir kural yoktur. Allah (c.c.) akıl gibi bir nimet ihsan etmiş ve binlerce duyguyu da ona yardımcı olarak vermiş ki, kötü niyetlilerin sopalarından ken­dimizi uzak tutalım...

Derleyen: Aslınur Bahar

KİTAP OKUMAK

Zafer Dergisinden Alıntıdır... Kur'an'ın ilk emrinin "OKU" olduğu bilinmesine rağmen ülkemizin durumu içler acısı...