30 Ekim 2014 Perşembe

MEYVENİN LEZZETİNİ BİN KAT ARTIRMANIN FORMÜLÜ!



Lezzetin de eşsizi olur mu demeyin! Herşeyin harikası, güzeli, mükemmeli, eşsizi oluyorsa lezzetin de eşsizi olmaz mı?
Bir Ramazan günü yolumuz Topkapı Sanayi Camiine düştü. Değerli dostumuz caminin imam hatibi dedi ki: "Hocam bizim cemaat alışkındır namazı kıldırdıktan sonra beş on dakika bir şeyler anlatıverin?"
Namazı bitirdikten sonra konuşmamıza; "Yediğiniz meyvelerin lezzetinin yüz kat, bin kat artmasını ister misiniz?" şeklinde bir soruyla başladık.
Dinleyeler, "Olur mu öyle şey! Elmaysa elma, portakalsa portakal, olsa olsa biraz lez­zetlisi, tatlısı olur o kadar. Tadının yüz kat, bin kat artması da ne oluyor?" dercesine merak ve hayret, bir o kadar da heyecanla yüzüme baktılar.
"Bu mümkün" dedim ve anlat­maya başladım. "Şu mübarek Ramazan gününde, faraza cami­nin içine bir nur inse, ışınlamavarî bir şeyler olsa, beyaz elbiseler içerisinde, nuranî bir zat enva-i çeşit meyvelerle dolu altın bir tepsiyle çıkagelse ve dese: Ben Cebrail'im, beni size Allah gönderdi. Bu kullarım benim rızam için oruç tutuyorlar, namaz kılı­yorlar. Ben de onlara iltifat olsun diye bu meyveleri gönderdim. Zevkle, lezzetle yiye­bilirler."
Böyle şey olur mu demeyin! Faraza dedik ya, Cebrail (as) insan kılığında, Dıhye sûretinde Peygamberi­mize (asm.) vahiy getirdiğini biliyoruz. Böyle bir şey bizim için mümkün olmaz elbette. Mümkün olsaydı, neler hissederdik, o mey­veleri nasıl yerdik? Lezzetleri yüz kat, bin kat artmaz mıydı?
"Doğru!" dercesine başlarını salladılar ve ben devam ettim: Allah aşkına söyleyin. Cebrail (as) bize Allah'tan meyve getirdiğinde sevincimizden onları yemeye kıyamıyoruz, yediğimizde de çok farklı bir zevk ve lezzetle yiyoruz. Peki, o meyveleri Cebrail (as) altın tepsiyle getirdiğin­de Allah gönderiyor da, manavdan, pazardan satın aldığımız, ağaçların dallarından kopardı­ğımız zaman başkası mı gönderiyor? Cebrail (as) getirdiğinde başka duygular içerisine giriyoruz da, pazardan aldı­ğımızda niçin aynı heyecanı duy­muyoruz? "Bu meyve Rabbimin hediyesidir, ikramı ve iltifatıdır. Bana değer vermiş, en güzel şekilde ambalajlamış, gözü­mün, burnumun, dilimin, midemin zevkini düşünüp ona göre takdim etmiş, bana olan sevgisini böyle göster­miş. Nasıl heyecanlanmam, nasıl mutlu olmam, nasıl sevinmem?" düşünce­siyle yediğimizde aynı mutluluğu yine his­sedebiliriz ve Allah'ın lütfü, hediyesi, ikramı olduğunu düşünerek meyvenin kendi lez­zetinden yüz kat, bin kat daha üstün bir lezzet alabiliriz.
İşte meyvenin lezzetini bin kat artırma formülün
Şaban Döğen
Zafer Dergisi Ağustos 2012

27 Ekim 2014 Pazartesi

ASLANIN KEDERİ



Bir varmış, bir yokmuş,
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
İnsan gözü görmemiş, ağaçları kesilmemiş,
Ayılar, kaplanlar post diye soyulmamış,
Sarıpapatyalarla, renk renk çiçeklerle süslü, büyük bir ormanda hayvanlar huzur içinde yaşarmış. Ormanın kralı, adil, iyi bir aslanmış. Bütün hayvanlar ondan memnunmuş. Akşama kadar ormanda dolaşır hayvanları denetlermiş.
Aslan bir gün hastalanmış. Uzun bir süre hasta yattıktan sonra iyileşmiş. Fakat artık ormanda dolaşamaz olmuş. Sadece yuvasının önünde geziniyor bazen üzüntü içinde yerinden kalkmadan saatlerce oturuyormuş.
Aslanın bir sıkıntısı olduğunu bütün hayvanlar anlamışlar. Anlamışlar ama o hiçbirine üzüntüsünün sebebini anlatmıyormuş. Aslan, bir gün yuvasının önünde kara kara düşünürken yanına Tilki yaklaşmış.
-      Aman kralımız sizin bir derdiniz var, neden kimseye söylemiyorsunuz? diyerek aslanın sırrını öğrenmeye çalışmış.
Aslan hiç cevap vermemiş; ama tilki, aslanın derdini öğrenmeyi kafasına koymuş bir kere. Onu kandırmak için bütün gün dil dökmüş.
Aslan sonunda tilkinin ısrarlarına dayanamamış.
-      Sana sırrımı söylerim söylemesine ama ya başkalarına söylersen, demiş.
Tilki:
-      Asla! Hiç başkasının sırrı açıklanır mı? Ölene kadar sıranızı saklayacağım, diye çıkışmış.
Aslan ona güvenmiş ve derdini anlatmış.
-      Hani aylar önce hastalanmıştım. İşte o hastalıktan sonra gözlerim iyi görmez oldu. Her şey bulanık görünüyor. Onun için yuvamın önünden ayrılamıyorum.
-      Geçmiş olsun efendim, demişse de tilki sinsi sinsi ellerini ovuşturmuş.
Aslan;
-      Aman sakın kimse duymasın! Krallığımın elimden gitmesinden korkarım, diye tekrar tembih etmiş.
Tilki, aslanın yanından ayrılır ayrılmaz bütün ormanı dolaşmış. Hayvanlara aslanın gözlerinin iyi görmediğini anlatmış. Laf dönmüş, dolaşmış aslanın kulağına da gelmiş.
Aslan, tilkinin yaptığı hainliğe çok kızmış; ama iyi göremediği için bir türlü onu yakalayıp cezalandıramamış. Tilki, aslanın etrafında dolaşıyor, aslanla alay ediyormuş.
Bir gün aslanın aklına bir fikir gelmiş. Oturduğu yerden hiç kalkmamış.
Onu gözetleyen tilki;
-      Hey ormanların kralı yakala beni, göreyim seni, diye bağırmış.
Aslan ona doğru dönmeyerek;
-      Seni yakalamam mümkün değil. Gözlerim tamamen görmez oldu. Her yer simsiyah görünüyor, demiş.
Tilki;
-      Ya öyle mi? diyerek aslana biraz yaklaşmış.
Bakmış ki aslanda bir kıpırtı yok, iyice yanına yaklaşmış. Aslan birden üzerine atlayarak onu yakalamış. Tilki aslanın oyununa geldiğini anlamış; ama iş işten geçmiş.
Aslan tilkiye ne ceza vermesi gerektiğini uzun uzun düşünmüş. Sonunda onu ormandan kovmaya karar vermiş. Tilki, ormandan kovulunca diğer hayvanların aslana olan saygıları tekrar yerine gelmiş. Çünkü aslanın gözleri az görüyor olsa da ormanların kralıymış.