1 Ekim 2009 Perşembe

BALTA ASMAK


Yakın zamanlara kadar halk arasında balta asmak (balta olmak) deyimi, "kaba kuvvet ile haksız kazanç elde etmek, zorbalık ile haraç almak" gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bir kişiyi korkutarak yapılacak işten pay almak, ahlakî ve ekonomik yapının bozulduğu dönemlerde ortaya çıkan sosyal hastalıkların başında gelir. Bugün çetelerin yaptığı işi, Osmanlı'nın bozulma dönemlerinde yeniçeriler yapmış ve bunun için de balta asmayı âdet hâline getirmişler. Bu deyim de tarihin acı hatıraları arasında böylece yer almış ve adı unutularak uygulaması bugüne kadar yaşamıştır.
Osmanlı Devleti'nde işler çığırından çıkmaya başlayınca, bozulma bütün kurumlara sıçramıştı. Yeniçeriler bu sırada pastanın büyük dilimi peşinde akla hayale gelmeyecek suiistimaller yapmaktan ve 18. yüzyıla doğru âdeta bir şehir eşkıyası olarak yaşamaktan geri durmadılar. Öyle ki artık hukuk devleti hak getire!.. Üstelik hak ve hukuku da kendi kafalarına göre yorumlayan ve onlara arka çıkan devletlûlar, bürokratlar, askerler var iken... Haraç almayı kazanılmış hak gibi gören ve bunun için her fırsatı değerlendiren zorbaya karşı, gücünü yitirmiş devlet ne yapsın?!. Zorbalık o derece ileri gitti ki İstanbul'da nerede paralı iş varsa, yeniçeriler bir yolunu bulup müdahil oluyorlar ve sahibini haraca kesiyorlardı. Söz gelimi bir yerde inşaat mı başlamış, hemen gidip daha yeni yükselen duvara, kendi mensup oldukları orta işaretini taşıyan bir tahta çakıyorlardı. Bunun anlamı, "Artık bu bina bizim korumamızdadır ve kimseden zarar erişmesine müsaade edilmeyecektir." idi. Sanki o binaya zarar eriştirmek isteyen varmış gibi... Maksat, bina sahibinden zaman zaman haraç almaktır. Eğer vermez ise ilk zarar, bir kundaklama operasyonuyla şüphesiz yine aynı yeniçerilerden gelir. Zenginlerden birinin kızı veya oğlu evlense, hemen gidilir gelini taşıyacak atın üzengisine orta işareti taşıyan bir plaka asılır ve düğün sahibinden para sızdırılırdı. Eğer vermeyecek olurlarsa o düğünün gerçekleşmesi biraz zor görünürdü. Derlerdi ki "Gelin ata bindi; ya nasip..." Düğün sahibi, isterse haraç vermesin.
Yeniçeriler arasındaki şehir eşkıyalığı giderek o raddeye gelmişti ki eskiden orta (bölük) adına iş gören sergerdeler ortalarını da unutup kendi şahsî çıkarları için iş görmeye başladılar. Orta işareti asmak yerine bu sefer balta asmayı yeğlediler. Herhangi bir yere balta asan yeniçeri mensubu, haracı da tek başına götürmeye başladı. Satılacak binalar ile gayrimenkuller, pazara getirilen mallar ile işletme ve üretim müesseseleri, bu tür grupların baltalarıyla peylendi. Bunun en yoğun uygulaması da İstanbul limanlarına gelen ticaret gemilerinde yaşanıyordu. Ne zaman limandan bir gemi girse, bir zorba yeniçeri gider geminin babafingosuna bir balta asardı. Artık, gemideki tacirlerin alım satımından ve yüklemelerden elde edilecek gelirin belli bir yüzdesi bu yeniçerinindir. Gemilere balta asma geleneği o derece ileri gitti ki İstanbul'un deniz ticaretini olumsuz etkileyen bir hareket olarak sonunda tarihe de geçti.
Sultan III. Mustafa'nın şu dörtlüğü tam da balta asılan yılları anlatır:
Yıkılıptır şu cihan sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi Ebvâb-ı Saâdet'te gezen hep hezele İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel'e
Cihan çoktandır yıkılıp gitmede; sanma ki bizde düzelir. Alçak felek, devleti baştanbaşa aşağılıklar eline düşürdü. Şimdi artık İstanbul kapılarını dolaşanlar, hep ayak takımı. İşimiz, Allah'ın merhametine kaldı vesselam!..
İskender Pala - İki Dirhem Bir Çekirdek

Hiç yorum yok: