27 Şubat 2009 Cuma

İLGİNÇ REKLAMLAR

DALINDAN TAZE KETÇAPPPP
BİR PİLİN MACERALARI
AYAKLARINIZIN RAHATI İÇİN
KULLANIN ZİRVELERE ÇIKIN DEMİŞ ADAMLAR :)
ÇİKOLATAYA HÜCUMMMMMM

LEGO SEVERLERE BUZ KALIBI

SU TAŞIYICI SÜNGER :)
MUHTEŞEM SAÇLAR İÇİN...........
DETERJANIN YENİ ADI VE MARKASI OLSA GEREK

BEBEK RESİMLERİ





24 Şubat 2009 Salı

SATRANÇ OYUNU VE KURALLARI

TAŞLARIN DİZİLİŞ KURALLARI

Satranç oyunu iki kişi tarafından oynanır.

İki ayrı renkte taşlar Şekil 1 de olduğu gibi karşılıklı ve özelliklerine göre sıraya dizilir.

Oyuna beyaz başlar ve karşılıklı oynanır.

Birbirinin taşını eksiltmek veya kendi taşını korumak kuraldır. Hamle olarak adlandırdığımız hareketlerde oyunun devamında başarı Şahı esir almaktır. Bu duruma MAT denir. MAT yapan oyunu kazanmış olur.

I


OYUN HAKKINDA

Bir oyuncu yaptığı hamle ile doğrudan doğruya karşı tarafın şahını tehdit edebilir. Bu durumda karşı tarafa ŞAH diyerek haber vermek lazımdır. Tehdit edilen bir Şahı üç şekilde korumak mümkündür.

1- Şah kendini tehdit eden taşı alabilecek durumda olabilir. Bu durumda karşı tarafın taşı alınarak tehlikenin önüne geçilebilir.

2- Şah karşı tarafın tehdit etmediği emin bir yere gidebilir.

3- Şah’ın önüne kendi taşlarından biri gelip tehlike önlenebilir.

Eğer Şah yukarıdaki yöntemlerle kendini koruyamazsa yani her şekilde tehlike altındaysa o zaman Şah teslim olur. Oyun biter.

Bir Şah, rakip Şah demeden kendi taşlarından herhangi birini oynatamıyor ve kendisi oynamak zorunda kalıyorsa, karşı taraf oynayacak her karede, şahı tehdit ediyorsa oyun berabere biter yani PAT olur. Çünkü Şah deyip karşı taraf uyarılmadan MAT yapılmaz.

ROK YAPMA

Rok; Şah ve Kale’nin ortak hareketi olup bir hamle sayılır. Şah bulunduğu karelerden birine doğru iki hareket ettirir. Aynı yöndeki Kale’de Şah’ın üzerinden atlatılarak bitişiğindeki kareye konur.

Rok aşağıdaki durumlarda yapılmaz.

1- Şah ile daha önceden hamle yapılmışsa

2- Kale daha önceden hamle yapmışsa

3- Şah’ın bulunduğu, şahın geçmesi gereken yada Şah’ın gideceği kareler rakip taşın tehditi altında bulunuyorsa.

4-Şah ve rok yapacağı kale ile arasında taş varsa

BERABERLİK – PAT

Bir oyuncu karşı tarafın Şahını her zaman Mat edemez. Eğer her iki tarafın bir birlerini yenmeye gücü kalmamışsa oyun berabere biter yani PAT olur.

1-İki Şah karşı karşıya kalmışsa oyun PAT olur.

2-Bir Şah, bir Fil veya bir Ata karşı bir Şah durumunda oyun PAT olur.

3-İki taraf aynı hamleleri oynarsa veya bir taraf karşı tarafa devamlı Şah derse oyun PAT olur. Üç hamlede oyun değiştirilmelidir.




TAŞLARIN HAREKETLERİ VE OYNAMA KURALLARI

Taşların hareketleri birbirine benzemez. Her taşın kendine ait hareketleri vardır. Eğer bir taş hareket edebildiği istikamette karşı tarafın taşına rastlarsa o taşı alabilir. Eğer taşı almak istemezse oyuncu istediği bir taşı oynayabilir. Her alınan taş oyundan çıkartılır, aynı kareye hamle yapan tarafın taşı konur. Şimdi taşların hareketlerine geçelim;


PİYON(ER): Bulunduğu dikeyde ileri doğru bir kare gider, ancak başlangıç yerinde istenirse ilk çıkışta iki kare ilerleyebilir. Er geriye doğru ve yatay gidemez. Bitişik çaprazına gelen taşı alabilir. Piyon karşı tarafın en son karesine giderse, her taşın yerine geçebilir. Bu durumda birden fazla vezir olması mümkündür.


AT: At (L) şeklinde bir hareketle 3 kare birden gider ve kendi taşları ile rakip taşların üzerinden atlar. Atladığı karede rakip taş varsa alabilir. At tahtanın kenarına ve köşesine giderse hareket alanı kısıtlanır. Atı en iyi kullanabilmek bol egzersiz yapmakla doğru orantılıdır.



FİL: Gerek beyazın, gerekse siyahın ikişer Fili olup bunların biri beyaz diğeri siyah karededir. Filler oyun boyunca aynı renk karelerde kalır. Çapraz olarak hareket eder. Kenara ve köşelere yaklaştıkça hareket edebileceği kare azalır. Kontrol ettiği karelerdeki rakip taşları alır.



KALE: Dikey ve yatay yönde her kareye hareket edebilir. Kalenin hareket yönünde kendi taşı varsa üzerinden atlayamaz yanına konur. Eğer hareket yönünde karşı tarafın taşı varsa onu alır ve yerine konur. Yani kale kendi taşı ve rakip taşın üzerinden geçemez.


VEZİR: Yatay, dikey ve çapraz olarak her yöne gidebilir, hareket yeteneği en çok olan taştır. Bu nedenle en değerli taştır. Tahtanın kenarında ve köşelerinde hareket alanı daralır. Vezir kontrolünde bulunan karelerdeki rakip taşları alabilir.



ŞAH: Şah oyundaki en kıymetli taştır. Bulunduğu kareden her yöne bir kare ilerleyebilir. Köşede bulunduğunda gidebileceği üç kare vardır. Rakip tarafından alındığı anda oyun biter.


TAŞLARIN DEĞERLERİ

VEZİR : Bir Kale ile bir Fil’den kuvvetlidir. İki Kale bir Vezirden kıymetlidir.

KALE : Bir Fil veya bir At ile iki Piyona eşittir. Bir Kale iki Filden zayıftır.

AT VE FİL : Aynı kıymettedirler. 3 Piyonla eşittirler. Bu değerler oyunun değerine göre değişebilir.

SATRANÇ OYUNUNDA DİĞER KAİDELER

1- Oyuna beyaz taşlar başlar. Beyaz taşı kimin alacağı kura ile belli olur.

2- Tahtanın sağ köşesine beyaz hane gelmelidir.

3- Yanlış koyulmuş tahta farkına varıldığında oyun bozulur. Yanlış tahtada kazanılan oyunun kıymeti yoktur.

4- Eğer taşlar eksik veya yanlış dizilmişse beş hamleye kadar tarafların itiraz etme hakkı vardır. Beşinci hamleden sonra bu hakkı kaybolur, oyun bozulmaz.

5- Tutulan taş oynamak zorundadır.

6- Oynanan ve elden bırakılan taşı geri almak yasaktır.

7- Bir oyuncu, oynamayacağı bir taşa dokunursa veya karşı taraf hamlesini yapmadan kendi taşına dokunursa Şah’ını oynatmakla cezalandırılabilir. Eğer Şah yerinden oynamıyorsa bu cezadan vazgeçilir.

8- Bir oyuncu taşı yanlış yere koymuşsa karşı taraf taşın doğru olarak yerine konmasını veya yerinde kalmasını isteyebilir yine Şah’ını oynatma cezası verilebilir.

9- Taraflardan biri rakibin Şah’ını tehdit eden bir hamleyi farkında olmadan yaptığında ve bu hamle daha sonra fark edildiğinde Şah’ın tehdidine kadar olan bütün hamleler geri alınır. Eğer hamleler hatırlanmıyorsa, oyun sayılmaz.

10- Oyunculardan biri karşı taraftan zayıf ise rakibinden 50 hamlede oyunu mat yapmasını isteyebilir.

11- Bir oyuncu iki hamle üst üste oynarsa karşı taraf istediği hamleyi oynatır.


SATRANÇ VE YUSUF

Yusuf için yaklaşık 4 hafta önce satranç takımı almıştım. Bayram tatilinde kuzeni olan Çağrı ile biz oynarken merak etti bende sana alırım ve öğretirim senle oynarız demiştim. Yusuf çok bilmediği ve ağır bir oyun olan satrancı görünce çok sevindi ve oynamak istedi tabiki taşların hamleleri dizilimleri için bir hayli yol alması gerekiyor. Erken başladı sanırım ama kendisi istedi hemen hergün oynuyoruz.

Genellikle Yusuf yeniyor. Bilgisayarda da oynuyoruz. Bilgisayardaki program bir sonraki hamle ihtimallerini belirtiyor Yusufta ona göre oynuyor. Haliyle ben yeniliyorum. Ben programın hamlelerine göre yapmadığımdan olsa gerek...
Önceki hafta Halası ve Babaannesi gelmişler idi. Yusuf halasını çok sever, halasıda onu. Yusufla çok ilgilenmiş ve çokta emeği geçmiştir. Yusufu kırmaz. Oynarlar, gezerler tozarlar, parklara giderler halası Yusufu kırmaz çoğunlukla... Bu nedenle farklı bir şehirde görev yapan halası özlemiş Yusuf'u biz gidemedik kendileri geldiler sağolsunlar. Gelirken armağan olarak yazı tahtası getirmiş. Yusufun yazı tahtası vardı ama kalemin ucu ile delmişti bir iki yerini. Bende dedim ki oğlum bu tahta tamamen bozulsun ondan sonra Halanın getirdiğini kullanırsın. Senmisin bunu diyen bizim büyük paşa alır eline boyama kalemlerini tahtayı boyar bir sürü... Soruyorum oğlum halanınkini kullanmak için mi bu tahtayı tahrip ettin diye...
Yusuf'ta Evet, halamın hediyesini kullanmak için bunu boyadım. diyor. Yusuf için neyse o... Dobra dobra beyfendi.
En son geçtiğimiz haftada Ankarada bulunan dayısı ve yengesi gelmişler idi. Yusufun keyfine diyecek yoktu. Baya güzel zaman geçirdiler. Onlarında ayaklarına yüreklerine sağlık. Allah tüm dualarını dergah-ı izzetinde kabul buyursun.

Owner

BEBEK KAZAK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI


BEBEK RESİMLERİ





BEBEK KAZAK



NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI


BEŞ MAYMUN


Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Su kapatılıp, maymunlardan biri dışarı alınıp ve yerine yeni bir maymun konulur, ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer, bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır.

Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır.

Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir...'

23 Şubat 2009 Pazartesi

BEBEK RESİMLERİ





O DİYARIN SAKİNLERİ - AİLE HAYATI


O DİYARIN SAKİNLERİ erkeği ile kadını ile Allah'a ve Allah'ın emirlerine, Resûlün talimatlarına teslim olmuşlardı. Allah ve Resûlü ne derse söz onlarındı. Allah ve Resûlünün önüne geçmezler, ayet ve hadislerin peşi sıra giderlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİNDEN bir aile vardı. Birbirlerine muhabbeti çok olan bu aile her nedense acı bir hadise yaşadı. Ailenin reisi, hanımına bir tokat attı. Kadın, durumu olduğu gibi babasına iletmişti. Babası, kızını yanına alarak doğru Peygamberimizin yanma gitti ve hadiseyi anlattı. Peygamberimiz ferman buyurdu: "Kısas gerekir" Yani kızınız kendisine tokat atan kocasına aynı şekilde bir tokat indirecektir. Baba ile kız kısas cezasını vermek için giderlerken. Peygamberimiz geri çağırdı ve
- "Durun gitmeyin. İşte bu Cebraildir. Şimdi bana geldi ve şu ayeti getirdi "Erkekler, kadınları üzerine koruyucu ve işlerini yürütücü üstünlüktedirler. "Peygamberimiz devam etti: - "Biz bir hüküm vermek istedik. Allah'da bir hüküm vermeyi murad etti. Allah'ın irade ettiği çok hayırlıdır." (Es.babü'1 Nuzül/Nisaburi).
O DİYARIN SAKİNLERİ ve onların öncüleri, kılavuzları bir hayatın, bir hareketin içerisindeydiler. Rehberlerinin hayatı gün ışığı gibi açıktı. Gizli, kapalı tarafı yoktu. Aile içi hayatları da öyleydi.
Aişe validemiz (r.a), birgün Peygamberimizle tatsız bir an yaşadı. Ortada bir geçimsizlik vardı. Aralarını düzeltmek için Hz. Ebubekir hakem kabul edildi. Peygamberimiz Hz. Aişeye hitaben:
- "Sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi konuşayım? Dedi. Hz. Aişe:
- "Sen konuş, fakat doğru söyle" dedi.
Hz. Ebubekir (r.a.) kızının bu tarz konuşmasından öyle bir öfkelendi ki, tuttu Hz. Aişe'ye bir tokat attı. Ağzı kan içinde olan kızına:
- "Hz. Peygamber hakikaten başka ne söyler?" dedi. Tokattan cam yanan Hz. Aişe, korkusundan Peygamberimizin arkasına sığındı: Peygamberimiz Hz. Ebubekir'e hitaben:
- "Biz seni bunun için davet etmedik ve senden bunu beklemedik" buyurdu.
Şu hadiseye bakalım. Yüce Resûl, hanımı ile bir geçimsizlik halini yaşamaya başlayınca aralarını bulmak için bir hakem buluyor. Sonra da dargın olan hanımına tokat atılınca, hanımının safına geçiyor ve tokat atan tarafı kınıyor.
O DİYARIN SAKİNLERİ Allah'a ve Allah'tan gelen her şeye inanmışlardı. Bu inancın hangi seviyede olduğunu öğrenmek, meseleye açıklık getirecektir:
Hz. Ömer zamanında geçimsiz bir aile vardı. Bu ailenin arasını düzeltmek için adamın birini görevlendirdi. Adam gitti ve geri geldi. Bu geçimsiz ailenin arasını düzeltemediğini Hz. Ömer'e söyledi. Hz. Ömer bu sefer adamı kamçı ile dövüyor ve geri gön, dererek şöyle diyordu:
- Allah Teâlâ "Eğer bunlar (hakemler) barıştırmak isterlerse, Allah aralarında onları (uyuşmaya) muvaffak kılar" (Nisa 35), buyurduğu halde sen "Aralarını bulamadım" diyorsun. Bu ne demek? Derhal git ve aralarını düzelt ve öyle gel" dedi. Dayağı yiyen şahıs işe ciddiyet ve samimiyetle başladı ve bu geçimsiz ailenin arası düzelmiş oldu.
O DİYARIN SAKİNLERİNİN evlilikleri sevgiye, İslâmî kaygılar üzerine kuruluyordu. Aileler arasında anlayış, sevgi ve saygı vardı.
Yine bir gün onlardan bir kadın kocasına kızmış ve kendisine sevmediğini yüzüne karşı söylemişti. Erkeğin çok zoruna giden bu husus canını sıkmış ve meseleyi Hz. Ömer'e götürmeye sebep olmuştu. Halife Hz. Ömer kadını çağırmış ve:
- "Sen kocana, kendisini sevmediğini mi söyledin?" diye sorunca, kadın:
- "Evet ya Ömer, duyduğun doğrudur. Yalan mı söylemeliydim?" deyince, Hz. Ömer can alıcı bir noktaya parmak basarak buyurur ki:
- "Evet yalan söyle. Sizden biri sevmese dahi, eşine sevmediğini söylemesin. Şüphesiz sevgi temelleri üzerine kuruları çok az aile vardır. Ancak insanlar, İslâmi kaygıları ve çeşitli hesaplardan dolayı beraber-liklerini sürdürüyorlar."
İslâmiyet insanların arasım düzeltmek için yalan konuşmayı caiz sayan bir dindir. Burada Hz. Ömer'in kadına "Evet yalan söyle" sözü yanlış anlaşılmamalıdır. Karı-kocanın arasını açmak haram, ulaştırmak için yalan konuşmak ise caizdir, konuyu böyle kavramalıyız.
O DİYARIN SAKİNLERİ ciddi müslümanlardı. Şakalarında bile ciddiyet vardı. Hayatlarında boşluk yoktu. Ağızlarından çıkan her sözden hesaba çekilecekleri inancını tüm sıcaklığı ile hissediyorlardı.
Sahabeden Abdullah b. Ömer (r.a.) vefat etmek üzereydi. Rabbine kavuşacağı an yaklaşmıştı Etrafında bulunan insanlara şöyle dedi: "Falan adam bana gelerek, kızıma talip oldu. Ona söz verir gibi oldum. Allah'a yemin ederim ki münafıklığın üçte biri olan sözünde durmamak sıfatı ile Allah'ın huzuruna varmak istemem. Şahit olun ki kızımı o kişi ile nikahladım." Ve kızı söz verilen şahsa nikahlandı.
O DİYARIN SAKİNLERİ evlilikleri ile müstakil birer yuva kuruyorlardı. Pişmiş aşlarına soğuk su katma hadisesi nadirattandı. Evliliği gerçekleştiren insanlar, yakın akrabalarının takviyelerini alırlardı. Onların hayatında kaynana, kaynata; tam bir destekçi, barışçı, düzenleyici ve düzeltici özelliklerine sahipti.
Kızı Hz. Fatıma'nın, damadı Hz. Ali ile atıştığını, Hz. Fatımanın sert çıkışına üzülen Hz. Ali'nin evi terkettiğini tarihler yazıyor. Hadiseden haberi olan Hz. Peygamber (sav) damadını aramaya çıkar. Onu mescidin içinde bulur. Toprağı yastık yapmış ve yüzü gözü toz toprak olmuş olduğu halde uyuduğunu gören Hz. Peygamber, damadının baş ucuna varır "Kalk ey toprak babası", diye uyandırır. Gönlünü âlır, tozunu toprağım siler ve hanımının yanma gönderir.
Kızının haksızlığını bildiği halde, damatlarını karşısına alan kaynata ve kaynanalar. Kızımın geçimini rahatlıkda, konforda arayan anne ve babalar. Vereceği kızın şartını İslâm süzgecinden geçirmeyen insanlar.
"Kızım sabahları ne yersiniz? Sana iyi davranırlar mı? Yatmana kalkmana karışırlar mı? Canın sıkılınca çık gel." gibi sığ ve basit sözlerle evlendirdiği kız ve damadının hayatını zehir yapan kadın ve erkekler.
"Damat efendi eve bir televizyon al, benim kızım sessizliği sevmez Onu evde yalnız bırakma. Akşamları eve geç geliyormuşsun, bırak şu sohbetleri, toplantıları. Bayram yaklaşıyor kanepeleri değiştirin" diyen ve elini, dilini bir türlü kızları üzerinden çekmeyen ham insanlar.
Bizler bu sünnet dışı, Kur'an dışı hayat ve hareketlerimizle bir adım ilerleyemeyiz. Bu ilerlememiz Allah'a kavuşmak ve cenneti hak etmek manasındadır. O diyarın sakinleri ile aramızda korkunç uçurumlar, telafisi zor boşluklar vardır. Her geçen günde bu boşluk ve uçurum had safhaya yaklaşmaktadır. Ümmeti olduğumuzla iftihar ettiğimiz Yüce Peygamberin yaşadığı ve anlattığı Islâmı hayatımıza düstûr edinmek, bu işin halledilmesi demektir. Bizler o diyarın sakinlerini kılavuz yapmadığımız, nümune olarak almadığımız müddetçe, kargalar gibi başımız yukarı doğrulmayacaktır.
Bu meselenin istisnası olan ailelere selam ve sevgiler.
Abdullah Büyük - O Diyarın Sakinleri

YARATICILIĞIN KARA KUTUSU


Çocuğunuz televizyonun önünden hiç kalkmıyorsa, bu onun zeki olduğunun bir göstergesi değil. Bu nedenle, aileler evlerine televizyon almadan önce bir kez daha düşünseler iyi olur.
Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre, evinde televizyon bulundurmayan ya da sadece belgesel diziler sunan kanalları seyreden ailelerin çocukları, daha yaratıcı oyunlar oynuyor, sosyalleşiyor ve okulda daha başarılı oluyorlar.
Nielsen Medya Araştırma Şirketi'nin araştırmalarına göre, ABD'de eve televizyon sokmayan hanelerin sayısı sadece yüzde 2'de kalsa da, televizyonsuzluğun ailelere, çocuklara, akraba ve dost ilişkilerine kattığı değerler çok daha yüksek oranda.
Öğrenim düzeyi yüksek ebeveynlerin tercih ettiği televizyonsuz yaşam tarzıyla, çocukların, TV kutusundan sunulan hayattan daha karmaşık olan yaşam kültürünü idrak etmeleri amaçlanıyor.
TV seyretmeyen çocuklar, yaratıcı oyunlarla kendi kendilerini eğlendirmeyi öğrendikleri gibi, ne yapmayı istedikleri hakkında da kendi fikirlerine sahipler. Televizyonsuz evlerin çocuklarının, okuldaki başarı düzeyi de, derslere daha iyi konsantre oldukları için daha yüksek. Ayrıca, bu çocukların dünya ve hayat hakkındaki bilgileri de daha çok ve çeşitli kaynaklardan geldiği için daha geniş kapsamlı. TV seyredilmeyince, kalan zaman, daha sosyal faaliyetlerde değerlendiriliyor, arkadaş, akraba-dost ziyaretleriyle insan ilişkileri ve iletişimi güçleniyor.
Televizyon programları beğenilmiyor
Kendileri 10-20, belki de 30 yıl televizyon seyrederek yetişen, şimdinin ana-babaları olan nesil ise, TV programlarının içeriğinin son yıllarda yozlaşıp, daha çok cinsellik ve seks, kötü dil, tatsız, renksiz şaka ve esprilere, kötü, kaba tavır ve davranışlara yer verilmesinden şikayetçi.
Öte yandan, televizyonsuz ailelerde, reklamların çocuklarda birtakım şeylere ihtiyaçları olduklarını sanmaları ya da istediklerini almaya cezbetmesi sorunu da ortadan kalkıyor ve çocukları tüketim kültüründen uzak tutmaya çabalayan TV'siz aileleri başarılı kılıyor. Bazı aileler de, çocuklarına Discovery Channel gibi belgesel diziler gösteren kanalları izletip, eğitimlerine katkıda bulunmayı amaçlıyorlar. Aileler, çocuklarıyla bu kanallardaki belgeseller hakkında konuşmalar yaparak, görüş alışverişlerinde bulunuyorlar. Hıristiyan Katolik inancına sıkı sıkıya bağlı aileler de, TV, video cihazı, bilgisayar oyunları gibi bulundukları ortamda elektronik eğlence, dikkat dağıtıcı unsurlar olmayan çocuklarının dua etmeyi ve spiritüel bir hayata sahip olmayı daha kolay öğrendiğini savunuyor. TV-Turnoff Network'ün (TV'yi Kapatın Şebekesi) verilerine göre, ABD'deki ailelerin büyük kısmında ise, günde yaklaşık 8 saat televizyon seyrediliyor.
Bu araştırmaya göre, 1 yaşındaki çocuk haftada 6 saat TV seyrediyor, 8-16 yaş grubundakilerin yarısından fazlasının kendi odasında televizyon bulunuyor.

YEŞİL SAPLI KIRMIZI ÇİÇEK

BİR KÜÇÜCÜK OĞLANCIK VARMIŞ!...
Bir küçücük oğlancık, bir gün okula başlamış. Pek mi pek akıllıymış. Okulu da pek büyükmüş. Ama akıllı çocuk, sınıfına dışarıdan kestirme bir yol bulmuş. Buna çok sevinmiş. Artık okulu ona kocaman görünmüyormuş.
Bir zaman sonra, bir sabah öğretmen demiş ki; "Bugün resim yapacağız." "Ne güzel! " demiş çocuk. Resim yapmasını pek severmiş. Her türlüsünü de yaparmış. Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler, gemiler... Mum boyasını çıkarmış ve çizmeye başlamış. Ama öğretmen "Durun!" demiş. "Henüz başlamayın." Ve çocuk herkes hazır olana kadar beklemiş. "Şimdi" demiş öğretmen, "Çiçek çizmesini öğreneceğiz." "İyi demiş" çocuk. Çiçek çizmesini çok severmiş ve pek güzellerini yapmaya başlamış pembe, mavi, turuncu mum boyalarıyla… Ama öğretmen, "durun" demiş, "size nasıl yapacağınızı göstereceğim." Yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş. "İşte" demiş öğretmen, "Böyle çizeceksiniz. Şimdi başlayabilirsiniz." Küçük çocuk bir öğretmenin resmine bakmış, bir de kendininkine... Kendininkini daha bir sevmiş ama bunu söyleyememiş. Kağıdı çevirip öğretmeninki gibi yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş.
Bir başka gün küçük oğlancık, sınıfa çıkan kapıyı tek başına açmayı becerdiğinde, şöyle demiş öğretmen. "Bu gün çamurdan bir şey yapacağız." "İyi" demiş çocuk. Çamurla oynamayı pek severmiş. Her şeyi yapabilirmiş onunla. Yılanlar, kardan adamlar, filler, fareler, arabalar... Başlamış çamuru yoğurup sıkıştırmaya.. . Ama öğretmen "Durun, daha başlamayın!" ve beklemiş hazır olmasını herkesin. "Şimdi" demiş öğretmen, "Bir çanak yapacağız." "Güzel" demiş çocuk. Çanak yapmasını da pek severmiş ve başlamış yapmaya boy boy, şekil şekil çanakları. Ama öğretmen "Durun!" demiş, "Size nasıl yapılacağını göstereceğim." Ve de göstermiş herkese bir büyük çanağın nasıl yapılacağını. "İşte" demiş öğretmen "Artık başlayabilirsiz." Küçük çocuk bir öğretmenin çanağına bakmış, bir de kendininkine. Kendininkini daha çok sevmiş, ama bunu söyleyememiş. Toprağını yuvarlayıp yeniden yapmış öğretmeninki gibi derin bir çanak.
Ve çok geçmeden küçük çocuk öğrenmiş beklemeyi, izlemeyi ve her şeyi öğretmen gibi yapmayı. Ve çok geçmeden başlamış kendiliğinden hiçbir şey yapmamaya.
Ama birdenbire küçük çoçuk ve ailesi taşınıvermiş başka bir eve, başka bir şehire ve çocuk gitmiş başka bir okula... Bu okul daha da büyükmüş öbüründen. Kestirme yolu da yokmuş dışarıdan. Büyük basamakları çıkmak ve uzun koridorları geçmek gerekiyormuş sınıfa kadar.
Ve daha ilk gün demiş ki öğretmen: "Şimdi resim yapacağız!" "Güzel" demiş çocuk ve beklemiş öğretmenin ne yapacağını söylemesini. Ancak öğretmen bir şey söylemeden başlamış dolaşmaya. Küçük çocuğun yanına gelince sormuş: "Resim yapmak istemiyor musun?" "İstiyorum" demiş çocuk. "Ne yapacağız?" "Ne istersen" demiş öğretmen. "Her kes aynı resmi yaparsa ve ayni renkleri kullanırsa, kimin ne yaptığını ve neyin ne olduğunu nasıl anlarım ben?" "Bilmem" demiş çocuk ve başlamış "Yeşil Saplı Kırmızı Çiçeği" çizmeye...
Helen Buckley