28 Şubat 2010 Pazar

TAVSİYELER


Asla kendinden şüphe etme... Sen ne hissediyorsan o her zaman doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese bile senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir.
Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi düşünen, seni anlayan insanlar yoksa, o zaman çirkin ördek yavrusu hikayesini hatırla... Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla birlikte olduğun için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin ait olduğun yeri bulmak olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun gerçeğini unutma ve ördek olmak için uğraşma.
Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma ve özür dileme.... Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat. Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları ve yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve gelecek olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama gelecekte başka vazoların kırılması önlenebilir
Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin verme ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin ve istediğin gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve onların bakış açısını anlamaya çalış.
Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde asla kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her zaman ama her zaman önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzmeyi tercih etme. Sen kaldırabiliyorsan, onlarda kaldırabilir. Karşındaki insan senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin üzülmene yol açıyorsa, o zaman o insan sana değer vermiyor demektir. Bu kişileri değiştireceğini ya da sana zamanla önem vereceğini düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için her şeyi göze alabilecek tek insanlar ailendir.
Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakârlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan...
Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir yada duymak istemediklerini söyleyebilir… Korkma... Ve içindeki sesi dinlemeye devam et...
Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme... Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin vermeyeceğini göster.
Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkide kalma, çünkü kalmanın bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmediğine bakarak kararlarını ver.
İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla bir başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma ve kendi acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.
Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostu mu yoksa düşmanı mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer kendinin dostu olabilirsen….
Asla tecrübe kazanmaktan kaçma… Ne kadar zor olursa olsun, yeniden ayağa kalk ve yola devam et. Hayatı öğrenmek için o tecrübelere ihtiyacın var. Kalbin aşk acısı ile yaralanmış ise, sonsuza kadar kendini aşka kapatma. Ruhun insanların acımasızlığı ile incinmiş ise, hayata küsüp kendini karanlık bir dünyada yaşamaya zorlama. Bedenin çok büyük acılar çekmişse, kendini uyuşturup bırakma…

24 Şubat 2010 Çarşamba

ÖNYARGILARIMIZ...



Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan önce ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardı. Kadın, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başladı.

Gelincik kadınn yanından bir an bile ayrılmazdı. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşmıştı.
Bir kaç ay sonra kadnın çocuğu doğdu. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak oldukça zordu.
Günler geçti. Kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kaldı. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardı. Aradan biraz zaman geçti ve anne eve geldi. Gelinciği ve kanlı ağzını gördü. Anne çıldırmışcasına gelinciğe saldırdı ve oracıkta öldürdü hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyuldu. Anne odaya yöneldi... Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür.
Einstein’in söylediği rivayet edilen bir söz vardır:
‘İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor’
Alıntı...

23 Şubat 2010 Salı

DÜŞLER VADİSİNDE YOLCULUK



DÜŞLER VADİSİNDE YOLCULUK
Tanyeri ağarırken çiğ taneleri üzerinden şavkını paylaştırdığı zamanlardan sesleniyorum sana. Güneşin, karanlıkla aydınlığın üzerine tüllendiğinde "imkânsız sevdamı" yolluyorum sana. Durgun suyun dibinden görünen beyaz çakıl taşlarının üzerine adını yazıp sana geliyorum ve bu sevda mektubunu kelebeğin kanadında sana yolluyorum.
Dolunayda çığlık atan bir gecede sevdim seni. Göremesem de gülüşlerini, seher yelinde yapraklarını güneşe açan çiçeklerin yüreğinde bildim gözlerini. Sırtımı sıvası dökülmüş duvarlara yaslayıp seni anlatırım karanlıkla inatlaşan yıldızlara. Her sabah papatyanın ayakuçlarında uykuya dalmış ceylanları kaldırıp onlarla nice selamlar yollarım sana
Sakın kederlenme sen. Kozasından hayata gülümseyen kelebeğin kirpiklerinde öğüttüm arsız acılarını. Çünkü sen, doğan güne umutla " uyanmalısın. Ne olur düşünme içinde kanattığın sancılara. Yüreğin irin toplasa da ne olur ağlama. Ben sen uyanmadan gül kokulu yağmurlarla yıkarım kanayan dudaklarını. Çünkü sen, her soluğunda baharları solumasın.
Duası ıslak, yarınları aydınlık çocukların düşlerinde büyüttüm seni. Karakışlara sürgüledim dudaklarına acıyı süren ayazları. Kaç kez dualarıma kattım o narin yüreğini. Kaç kez iç geçirdim alnımdan dudaklarıma yuvarlanan damlaların gözyaşı değil, senin gül kokulu terin olmasını bilemiyorum Sen uyanmadan rüzgârı giyinip üzerime, nice uçurumları aştım saçlarına iğde kokuları bırakmak için. Gelincik tarlalarının üzerinde gezinen çardak kuşlarının kirpikleriyle sildim alnının terleyen çizgilerini.
Beli kırık virgüllerle uzattım senli cümleleri. Susamış karanfillerin dudaklarına sundum ıslak kirpiklerini. Ve birazdan tüm şehir uyanacak. Kaldır üzerindeki hüznün ağır yorganını. Pencerelerini aç ve hayatı solu bir an. Ilık nefesinden bir yudumunu uzat şehrin titrek tenine. Yüreğinin sıcaklığını avuçlarından akıtıp yetim güvercinleri emzir terinle..
Perdelerini güneşe aralayıp aynalara gülümse. Karanlıklarda ezilmiş bu topal şehir senin varlığında ayağa kalksın. Ve güneş ısıtmadan karlı tepeleri, memleketimin mahzun yüklü çocuklarına sevdanın umutlarını uzat. Uzat ki ; yetim uçurtmalar karanlık göğü aşıp vuslat yağmurlarını getirsin kurak bozkırlara..
Sana baharları getirirken
Terlemiş yüreğimi
Ilık nefesinle kurula.
Sevdanın kundağına sarıp
Düşlerinde uyut beni.
Üşüyen tenimi
Nefesinin sıcaklığıyla sar.
Avuç içlerinde uyurken
Gülüşlerimden öperek uyandır beni...
Alıntı...

Ayet-Hadis-Dua-Vecize







Kış Salatası



Bu aralar favori salatam.lezzet ve vitamin deposu :)

Malzemeler:
Havuç,
Brokoli,
Karnabahar,
Marul,
Yeşil soğan,
Maydanoz,
Kara lahana,
Tuz,
Zeytin yağı,
Biraz sirke,
Limon
Yapılışı:
Havucumuzu rendeleyelim.soğan,lahana,marul,maydanoz küçük doğrayalım,Brokoli ve karnabaharı elle ufak parçalara bölelim.tüm malzemeleri genişce bir kaba alalım.Tuz,limon suyu,zeytin yağı,sirke ekleyerek karıştıralım.

Afiyet Şifa Olsun :))

Yuucel_19

4 Şubat 2010 Perşembe

AYET-HADİS-DUA-VECİZE




BALIK KAVAĞA ÇIKINCA


Son Posta gazetesinin 25 Mayıs 1940 tarihli nüshasında "Hindistan'da balıklar kavağa çıkmaya başladı" şeklinde bir haber vardır ve altında şu bilgi mevcuttur:
"Hindistan'da ve Hindiçini'de Anabas adında çok garip bir balık vardır. Bu balık, sudan dışarı çıkıp yüz metreye yakın yürüyebilmektedir. Bu yolu otuz dakikada almaktadır. Bu balıkların güçlü kuvvetli olanları, ağaçlara da tırmanmaktadır." Bu haber, besbelli ki şimdiki asparagasçıların babaları tarafından yazılmıştır. Haberin tek okunabilirlik gerekçesi de dilimizdeki "balık kavağa çıkınca" deyimi olsa gerektir.
Kavak ağacı, sulak yerlerde hızla yetişen ve kerestesinden istifade edilen bir ağaç olduğu için bizim coğrafyamızda daima var olagelmiştir. Bugün, Anadolu'da kavak kelimesiyle türetilmiş yer isimlerini (Aynalıkavak, Kavaklar, Uzun Kavak, vs ) sıralamak bile uzunca bir liste yayınlamayı gerektirir. Türkülerimizde, edebiyatımızda (servi yerine), folklorumuzda kavak sembolizmine sıkça rastlanmaktadır. Dilimizde, gereği yapılamayacak vaatleri anlatmak, güya onların icra zamanını bildirmek üzere "balık kavağa çıkınca..." denir. Güya, balığın kavak ağacına çıkması nasıl imkânsız ise, bu tür vaatlerin gerçekleşmesinin de öyle imkânsız olduğu anlatılmaktadır. Oysa bu deyimdeki kavak sözünün kavak ağacıyla bir alâkası yoktur. Burada anılan kavak, İstanbul'da bulunan Kavak semtleridir.
İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açılan noktasında iki yerleşim alanı vardır. Bunlardan Asya'dakine Anadolu Kavağı, Avrupa'dakine de Rumeli Kavağı denilmektedir. Kavaklar, çok rüzgârlı ve akıntılı olduğu için burada balık avlamak imkânsız gibidir. Hatta bu bölgede balık da fazla eğleşmez ve burada balık tutulup karaya çıkarılamaz.
Tahminimiz o ki bu deyim İstanbul civarında türetilmiş; ama git gide diğer şehirlere de yayılınca İstanbul'daki bu semtleri bilmeyenler tarafından Kavak adı, kavak ağacı gibi anlaşılmış ve 'balık Kavak'a çıkınca' deyimi de kavak ağacıyla ilişkilendirilmiştir. Çünkü deyimin anlamı her iki okunuşa da uygundur. Mamafih, ağaca bir metre kadar tırmanabilen bir balık cinsinin olduğu ve bunların, suları çekilen bataklıklardaki kavaklara tırmandıkları da bilinmektedir.
Yine deyimlerimiz arasında bulunan "Başında Kavak yelleri esiyor" benzetmesinde de söz konusu kavak yeli Kavaklar'da esen şiddetli rüzgârdır ki kontrol altına alınamayan, bildiğince de hareket etmekten dolayı bir işe yaramayan düşüncelerin sahipleri için; yani delikanlılık coşkunluğunun aykırılığını anlatmak üzere kullanılır.
İskender Pala - İki Dirhem Bi Çekirdek

Dünya ile Ahiretin Arasını Açmışlardı


"Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme, mal ve evlatta çoğalmadır. Bu tıpkı bir yağmura benzer ki, bittiği o yeşil bitki, ekincilerin hoşuna gider. Fakat sonra o kurur da sen onu sararmış halde görürsün, sonra da o çöp olur" (Hadid suresi: 20)
"Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet AMMA DÜNYADAN DA NASİBİNİ UNUTMA. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Süphesiz Allah bozgunculara sevmez" (Kasas: 77)
O DİYARIN SAKİNLERİNDEN madde ile mana, akıl ile kalb, ceset ile ruh ne ise, dünya ve âhiret de o idi. Onların hayatında âhiretten kopmuş bir dünya olmadığı gibi, dünyadan kopuk bir âhiret de yoktu. Dünya da onlarındı, âhiret de. Onlar bir avuç çamuru, ruhi nefesten; ve ruhi nefesi bir avuç çamurdan ayırmama inancına sahiptiler.
O DİYARIN SAKİNLERİ, insanın dünya dediğimiz arzda yaratıldığını ve halife seçildiğini; ruhlar aleminde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sualine "Bilakis Rabbimizsin" cevabını verdiğini, Allah'ın emirlerini yerine getirmek için, alemin kendisinin emrine verildiğini ve imtihan alanında mücadele edeceğini biliyorlar ve ona göre hareket ediyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİ hayatı dengelemişlerdi. Çünkü dengeli, ölçülü bir ümmet olma vasfına haiz idiler. Dünya ve âhiret dengesini bozan Yahudi ve Hıristiyanlardan sonra, bu görevin İslâm ümmetine verildiğine inanırlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİNİN inancı şöyleydi: - Allah (cc) hem dünyanın Rabbidir, hem de âhiretin.
Hz. Peygamber (sav) Yüce İslâm dinini, dünyada yaşayan insanlar için getirmiş ve nasıl yaşanacağını göstermiştir.
- Müslüman, bugün bir ilahın, yarın da başka bir ilahın emrine giremez.
- Yine müslümanın aklı bir tarafta, cesedi bir tarafta, ruhu da bir başka tarafta olamaz. Bu husus muvahhidlik vasfına terstir.
- Müslümanın hayatında parçalanma olamaz. İbadetleri de dağınık olamaz.
O DİYARIN SAKİNLERİ dünyada yapmış oldukları her şeyi âhiret yatırımı kabul ederler ve onları ibadet inancı içerisinde yaparlardı. Namaz, cihad, evlenmek, ticaret yapmak ilim tahsil etmek, dünyayı imar etmek. evet bütün bunların hepsi dünyada yapılıyordu ve her biri bir ibadet hüviyetine sahipti.
O DİYARIN SAKİNLERİ işe giderken, çalışırken, seyahate çıkarken: "Şimdi dünya için çalışıyorum"; camiye giderken de "Şimdi âhiret için çalışıyorum" gibi yarılış bir inanca sahip değildi. Çünkü yüce Allah (cc) hem camideki, hem de cami dışındaki hayatın Rabbi ve düzenleyicisidir.
O DİYARIN SAKİNLERİ, önlerindeki Peygamberlerinin dünya hayatına da şahit oluyorlardı. O yüce Resûl hem devlet başkanı hem ordu komutam, hem hakim, hem arabulucu idi. Öyle ise müslümâna düşen vazife, dünyayı füzeleştirip, öbür aleme yani öbür dünyaya aktarmasıdır. "kişi (âhirette) iki elinin gönderdiği şeyle karşılaşır" buyruğu ne güzel meseleye parmak basıyor.
O DİYARIN SAKİNLERİ'nin hayatı, yemesi ve içmesi, tartısı ve ölçüsü; alış-verişi, namazı, cihadı ve barışı, iktisadı ve ziyareti, dünyası ve âhireti tek bir dinin (İslâmın) yönetimine girmişti. Dünyaya hakim olah Allah kıyamet günü insanları hesaba çekecek olan aynı Allah'tı (cc).
O DİYARIN SAKİNLERİ dünyaya ait bazı ayetleri ve hadisleri ki bunlar dünyanın zemmine yani kınanmasına, ayıplanmasına ait kelamları çok iyi anlamışlardı. Dünyayı ayıplayan ayet ve hadisler, tıpkı yol kenarındaki insanları heyelan bölgesine karşı uyaran trafik işaretlerine benzetmişlerdi. Bu işaretler trafiği engellemiyor, üstelik rahat bir yolculuğu temin ediyordu. Yoksa, elleri kolları bağlı, ondan bundan dilenen, dünyayı başkalarına kaptırıp, âhiret bize yeter,. inancında değillerdi. Çünkü müslümanın, dünyasını kaybetmesi, başkalarına kaptırması, âhiretini de kaybetmesine sebep olurdu.
O DİYARIN SAKİNLERİ dünyada hakim oldukları için, yeryüzü tertemizdi. Yeryüzünün üzerinde yaşanan hayat, Allah adına yaşanan bir hayat olmuştu. Kirletilmemişti yeryüzü. Bozulmamıştı kara ve deniz. Islah etmişlerdi dünyayı. Cahili hayatı ayaklarının altına almışlardı. Yeryüzünde olan ve olacak olan her şey, Allah'ın ve Resûlünün dedikleriydi.
O DİYARIN SAKİNLERİNİN dünyayı ellerinde tutmuş olmaları ile gerek materyalistler (maddeciler) ve gerekse zalimler tesirsiz hale getirilmişlerdi. Dünya sınıfsız bir topluma şahit olmuştu. Ezen ve ezilenlerin olmadığı bir hayata dünya şahit olmuştu. Yahudinin tekelinde olan piyasa hakimiyetini, müslümanlar geri almışlardı. Fakat despotvari olarak değil, onları kılıç zoru ile piyasadan sürerek değil. İslâmın ticaretini uygulayarak piyasaya hakim olmuşlardı. "
O DİYARIN SAKİNLERİ dünyayı sevmemişler, dünyalık varlıkları Allah yolunda harcamakla sevinmişlerdi. Gün gelmiş bindikleri kıymetli develerini keserek misafirlerine ikram etmişler, gün gelmiş bindikleri aynı develerini komşusuna hediye etmişlerdi.
O DIYARIN SAKİNLERİ tabiri hoş karşılanırsa şayet, onların elleri kârda, gönülleri yârda idi. İşte denge ancak bu şekilde sağlanabilirdi. Dünyayı da kazandılar, âhireti de kazandılar. Rablerine iki dünyayı sa'y ve çalışmakla imar etmiş oldukları halde dostlarına kavuştular.
Bu diyarın sakinleri, dünya ve âhiret dengesinin sağlanmasında o diyarın sakinlerinin hal ve hareketlerine bakıp, bir mukayese yaparak, fikir dünyalarını düşünmeye davet etmelidirler.
Abdullah Büyük

KİBAR PRENS


Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.
Develer tellâl iken, koyunlar berber iken,
Büyük, güzel bir ülkede iyi bir kral yaşarmış. Kralın ikiz oğulları varmış. Bu kardeşler ikizmiş; ama ne yüzleri, ne de huyları birbirine benzermiş. İkisi de güzelmiş güzel olmasına ama biri iyi huylu ve çok kibarmış. Diğeri ise oldukça kaba, ne dediğini bilmeyen biriymiş.
Saraydakiler birine "Kibar Prens", diğerine "Kaba Prens" derlermiş. Günlerden bir gün kral;
- Ben yaşlandım, artık yerime oğullarımdan biri geçsin, demiş.
Ardından da;
- İkiz oldukları için haksızlık olmasın. Sınav yapalım, kim kazanırsa o kral olsun, demiş.
Oğullarını çağırmış.
- Sınav yapacağım. Kazanan kral olacak. İlk göreviniz şu: Sarayın balkonuna çıkarak, birinci gün biriniz, ikinci gün diğeriniz halka çağrıda bulunacaksınız. Kimin çağrısına da ha çok gelen olursa o, çok seviliyor demektir, o kazanacak.
Önce Kibar Prens çıkmış sarayın balkonuna. Rica ederek çağırmış halkı. Duyan, duymayana söylemiş ve bütün halk sevgili prensin ricasına koşmuş. Prens geldikleri için halka teşekkür etmeyi de unutmamış.
Ertesi gün Kaba Prens çıkmış sarayın balkonuna ve "Herkes buraya toplansın." diye emretmiş.
Birkaç meraklıdan başka kimse gelmemiş.
Sınavın ilk bölümünü Kibar Prens kazanmış.
Kral ikinci sınavı şöyle açıklamış:
- Ormanda bir ağacın altında kıymetli taşlar, altınlar, elmaslar gömülü. Büyük bir ayı da taşların üstünde yaşıyor ve kimseyi yaklaştırmıyor. Kim altınlardan, elmaslardan alıp gelebilirse sınavı o kazanır.
Önce yola Kaba Prens çıkmış. Ormana geldiğinde ayı ağacın altında yatıyormuş. Ayıya yaklaşmış, havaya ateş etmiş. Ayı hiç aldırış etmeyince koca bir sopayla ayıyı kaldırmaya çalışmış. Bir gün boyunca uğraşmış. Fakat ayıyı yerinden kımıldatamamış ve elleri bomboş geri dönmüş.
Sıra Kibar Prens'e gelmiş. Giderken ayıya bir sepet armut götürmüş. Nazikçe selâm vererek hediyesini önüne koymuş. Ayı kendisiyle konuşan bu güler yüzlü adamı çok sevmiş. Kibar Prens, ona neden altınlardan alması gerektiğini anlatmış. Ayı sessizce yerinden kalkmış. Prens altınlardan, elmaslardan bir avuç alırken ayıya teşekkür etmeyi de unutmamış.
İkinci sınavı da Kibar Prens kazanmış.
Kral üçüncü sınavı da şöyle açıklamış:
- Komşu ülkenin kralının güzeller güzeli iki kızı var. Gidin kızları isteyin, kim daha önce prenseslerden birini alır gelirse evlenecek ve kral o olacak.
Kaba Prens hemen yola çıkmış, saraya önce o varmış. Varmış varmasına da kral yüzüne bile bakmamış. Çünkü daha önce o kral onların sarayına gittiğinde Kaba Prens, krala "Hoş geldiniz!" bile dememiş. Hiç ilgilenmemiş onunla. Kral] da ona aynı hareketi yapmış! Kızını isteyince de;
- Benim sana verecek kızım yok, demiş.
Kaba Prens ısrar etmiş, tehdit etmiş, ama faydası olmamış. Kral onu ülkesinden kovdurtmuş.
Kibar Prens varmış saraya. Kral, onu kapıda karşılamış, çok ilgilenmiş. Kızını isteyince şöyle demiş:
- Kızımın senin gibi iyi ve kibar bir insanla evlenmesinden çok memnun olurum.
Kızını çağırmış. Dünyalar güzeli bir kız gelmiş. Prens kıza hayran olmuş. Kral;
- Sen kızımı götür, biz düğün için arkadan geliriz, demiş.
Prens ve Prenses yola çıkmışlar. Halk yollarda onları bekliyormuş. Kibar Prens üç sınavı da kazanmış.
Günlerce süren büyük bir düğünle evlenmişler. Kibar Prens ülkeye kral olmuş. Yıllarca ülkeyi huzur içinde yönetmiş.
Kaba Prens'e ise kardeşinin yönettiği ülkede tembel tembel oturmak düşmüş. Can sıkıntısından her gün biraz daha kabalaşmış. Zaman içinde etrafında onu seven bir kişi bile kalmamış.
Sema Maraşlı - Bana Bir Masal Anlat

2 Şubat 2010 Salı

Bizim Bıdıkların Karla İlk Tanışmaları

Geçen hafta azıcık yağan karı fırsat bilip yusufunda ısrarı ile attık kendimizi karlara.Bıdıkların ikiside çok sevdi karları.yusuf zaten aylardır kar bekliyor.Her sabah pencelere koşup bakıyor kar yağmışmı diye.Videolarda hamzanın ve yusufun bebeklik videosu.Sizlerle paylaşmak istedim.


Yusuf


Ha bu arada hamzanın üstten ilk dişi çıktı Dişleri dörtledi :)Hala yürümüyor.Emeklemekten emekli olacak yavrum.İlk pantolununun dizleri bile eskimiş :)
Hamza

Yuucel_19

1 Şubat 2010 Pazartesi

Kedi Dilli Pasta




Malzemeler:
1 paket(çiftli)kedi dili pasta altlığı(bisküvi)
Yarım su bardağı ılık su,
1 tatlı kaşığı nescafe(attarlarda kiloluk olarak satılanlardan kullandım.eğer kahve sevmiyorsanız katmayın)
1 çorba kaşığı toz şeker,
3 çorba kaşığı süt,

Muhallebisi için:
3 Su bardağı süt,
2 yemek kaşığı un,
2 yemek kaşığı Mısır veya buğday nişastası,
1 bardak toz şeker,
100 gr labne peyniri,
1 paket vanilya,
Çikolatalı kreması için:
1 kaşık un,
2 yemek kaşığı mısır nişastası,
8 yemek kaşığı şeker,
3 yemek kaşığı kakao,
!,5 su bardağı süt,



Yapılışı:
Muhallebi labne ve vanilya hariç katı malzemeler tencerenin dibine koyulup karıştırılır.Sonra süt yavaşça eklenerek karıştırılır.Ocakta koyulaşana kadar pişirilir.Ocaktan indirilir içine labne ve vanilya eklenir.Mikserle iyice çırpılır.
Kahve,ılık su,süt, şeker derin bir tabakta karıştırılır.Kedi dili bisküviler ıslatılıp borcama dizilir(birinci paket)Yukarıda resimdeki gibi.

Üzerine muhallebinin yarısı dökülür.üzerine yine 2. paket kedi dilleri ıslatılıp dizilir.Kalan muhallebi de üzerine sürülür.

Daha sonra kakaolu krema mız hazırlanır.Yine katı malzemeler tencerenin dibine koyulur.Süt yavaşca eklenir.Ocakta hafif akıcı kıvamda pişirilir.Pastamızın üzerine dökülür.Üzeri süslenir(ben fındık ve hindistan cevizi ile süsledim.

Afiyet şifa olsun.

Yuucel_19

Bebek Resimleri




PİZZA



Malzemeler:

Hamur için:
Ekmek makinasında hazırladım hamuru.ilk önce 1,5 bardak ılık suyumuzu makinadaki pişirme kabına koydum.(makinanın kaşık gibi ölçekleri ile )içine 1 küçük ölçek tuz koydum.1 büyük ölçek zeytin yağı ekledim.elimle hafif karıştırdım.üzerini kapatacak şekilde makinanın ölçülü kabı ile 2 dolu un ekledim(serpiştirerek dökülür.suyun üstü kapanması sağlanır)unun üzerine de 1 büyük ölçek ile kuru maya(pakmaya)ekleyip.Makinamın marifetli ellerine bıraktım.1,5 satte al sana yoğrulmuş kabarmış hamur.hafifçe un serperek hamuru içinden çıkardım.Bolca zeytin yağı ile yağladığım tepsinin ortasına boşalttım.Üstüne hafif bastırarak üstünede zeytin yağı döktüm.Parmaklarla kenarlara doğru bastırarak.hamurun tepsiye yayılmasını sağladım.
Üzeri için:
1,5 yemek kaşığı salça 3-4 yemek kaşığı zeytin yağı karıştırılır yumurta fırçası ile hamurun üstüne sürülür.


Diğer malzemelerimiz:
10 tane zeytin(çekirdekleri alınmış)
5-6 tane mantar(doranmış)
Sucuk,
Kaşar rendesi,
Haşlanmış mısır,
Başkada neler eklemek isterseniz damak tadınıza göre ekleyin :)

İlk önce Kaşarımızın birazı salçalı hamurun üstüne serpiştirilir.sonra Kaşar hariç diğer malzemeler eklenir.Fırına verilir.Pişip pişmediği kontrol edilir(bizimki 25 dk da pişti)Üstüne kalan kaşar rendesi bolca serpiştirilir.
tekrar fırına verilir 5 dk daha bekletip çıkartılır.


Biz resimdeki gibi dilimledik.Pizza mız yemek için hazır.Sıcak sıcak .....Afiyet Şifa Olsun :)

Yuucel_19