24 Eylül 2008 Çarşamba

YUSUF RESİMLER

RESİMLERLE BAŞLAMIŞKEN...
BİRKAÇ TANEDE YUSUFUN RESMİNİ EKLEYELİM BARİ.
RESİM ÇERÇEVELERİNİ YUSUF KENDİSİ SEÇTİ.
SEVİNDİRİK OLUYOR SEÇİMLER KENDİNE BIRAKINCA.








Owner

Bu Gün Tatil


CUMARTESİ GÜNÜ BİZİM İZİN GÜNLERİMİZDEN. GENELDE İZİN AMA BAZEN DE ÇALIŞABİLİYORUZ. O GÜN PEK TABİKİ YUSUFUN MUTLU OLDUĞU GÜNLERDEN BİRİSİ. ANNESİ VE BABASI İLE BİRLİKTE ZAMAN GEÇİREBİLİYOR. GÜN İÇİNDE YANİ. CUMARTESİ RUTİN RAMAZAN SABAHINDAN SONRA BİRAZ EV İÇERİSİNDE OYUN OYNADIKTAN SONRA DIŞARI ÇIKIP TOP OYNAMAYI TEKLİF ETTİM. YUSUFUN CANINA MİNNET TABİ Kİ BU TEKLİFİ SEVİNEREK KABUL ETTİ. ÖNCEKİ GÜNDEN DE PLANIMIZ BALIK TUTMAYA GİDECEĞİMİZ YÖNÜNDE İDİ. YAKLAŞIK 30-45 DK GİBİ BİR SÜRE TOP OYNADIK. ŞEKİL 1 DE GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE TOP SAHAMIZ VE YUSUF GÖRÜLMEKTE...



TOP OYNADIKTAN SONRA BALIK TUTACAĞIMIZ GÖLETE DOĞRU YOL ALMAYA BAŞLADIK. BALIK TUTMA SAFHASI YUSUF İÇİN ÖĞLE SONU UYKU ZAMANI OLDUĞUNDAN DOLAYI BİRAZ MAHMUR VE UYKULU GEÇİYORDU. BİR SÜRE SONRA AÇILDI GERÇİ, YİNEDE BİR SÜRE RESİMDEKİ GİBİ AYAKTA UYUDUĞUNU KAÇIRAMAYIZ DEMİ.



BÜTÜN UYKULU HALİNE KARŞIN ŞEKİL 3 TE GÖRÜLEN VE BALIĞIN TAKILI OLDUĞU, BURDAKİ HALKIN TIRIVIRI DEDİKLERİ, BENİM İSE UFAK AĞ DİYEBİLECEĞİM MALZEMEYİ SÜREKLİ YUSUF TUTTU. BALIKLARIDA TABEE. BENİM İŞİM İSE SADECE BU AĞLARI BARAJIN İÇLERİNE DOĞRU MÜMKÜN OLDUĞUNCA UZAĞA FIRLATMAK, GERİ ÇEKİP TEKRAR FIRLATMAK OLDU.HA BİRDE UNUTMADAN YUSUFUN VE ANNESİNİN TUTTUĞU BALIKLARI BU AĞDAN KURTARIP POŞETE KOYMAK, POŞETİN İÇERİSİNDE ZIPLAYAN BALIKLARDAN YUSUFUN KORKTUĞU ZAMANLARDA BALIKLARI TAŞIMAKTA VAR.
BU DÖKÜMANI EKLERKEN YUSUFUNDA ONAYINI ALDIĞIMIZDAN RESİMLERİ GÖRDÜĞÜNDE;
- EN BALIK TUTMAYI ÇOK SEVİYORUM.
KELİMELERİNİ KULLANMADAN EDEMEDİ. BİRDE KENDİSİNİ GÖRÜNCE SEVİNİYOR HAYLİ.


ŞEKİL 4 TE İSE BALIK TUTTUĞUMUZ ALANIN BİR BÖLÜMÜ GÖRÜLÜYOR. BURASI BULUNDUĞUMUZ YERDE GÖLET OLARAK ANILIYOR. GÜZEL BİR YER. ZATEN ZAMANI DEĞERLENDİRECEK PEK FAZLA ALTERNATİF YOK BURADA.

ALLAH YUSUF'U AİLESİNE, ÇEVRESİNE VE İNSANLARA HAYIRLI VE FAYDALI BİR KUL EYLESİN.(AMİN)

Owner

KUZEN AHMET

VEEE AİLEMİZİN EN SON KATILAN ÜYESİ AHMET....



ASLINDA KENDİSİ ARAMIZA TEŞRİF EDELİ 1 AY OLDU AMA BİZ ONUN RESMİNİ EKLEYEMEDİK BİR TÜRLÜ.... BİDE RESİM ÇEKİYORUZ DOĞAR DOĞMAZ ÜNLÜ EDİCEZ YA ÇOCUĞU...

GARİBİM ZATEN YÜZÜNDEN BELLİ OLUYO YORGUN...EEE KÜÇÜK BEY DÜNYA BÖYLE ADAMI GELMEDEN YORGUN DÜŞÜRÜR(TABİ ERKEN TEŞRİF ETTİ)ACELE ETME DEDİK AMA DAHA FAZLA DAYANAMAMIŞ SANIRIM :)

Yuucel_19

22 Eylül 2008 Pazartesi

SÜVETER

BU MODEL BENİM ÇOK HOŞUMA GİDİYOR.EN KISA ZAMANDA(ARTIK NE ZAMAN VAKİT BULABİLİRSEM) DENEYECEĞİM
NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEKLERİ


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEKLERİ


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEKLERİ


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

18 Eylül 2008 Perşembe

CUMANIZ KUTLU OLSUN



ŞİİRİN BÖLESİ



Seninle biz birbirimizi 180 dereceye tamamlayan üçgen açıları gibiyiz,
Çünkü sen benim aklımı kompleks sayılar gibi yaptın,
Seni düzgün hızlanan hareketle seviyorum,
Eğer kalbimin bile$kesini alırsan, tanjantı sen, kotanjantı sen
Sen ve ben yalnız bir molüz.
Senin o güzel DNA'n kalbimin çizgili kaslarını gıdıkladı,
Haydi! Bana oogenez hücreni teslim et!
Zigot meydana getirelim.
Sen ve ben aynı dokuda iki alyuvar gibiyiz,
irisimi sana çevirdiğim anda,
Adrenalin oranım boyumu aştı,
Pandorinam, hipotenüsüm,analitik düzlemim benim,
Seni 16 e$ parçaya ayırıp, her birini tek tek sindirim yollarıma gönderirim,
Sen benim için Kanuni'nin hazinelerinden daha değerlisin!
Seni kalorisi düşük bi besin gibi seviyorum.
Akdeniz bölgesinde üretilen besin maddeleri bile sevgim kadar çok değil,
Canım istersen benim entegralimi al, istersen türevimi,

Sana tüm iç organlarım feda olsun.
Biz bir çözeltiyiz, Sen çözülen, ben de çözücü maddeyim,
Askımız aruz vezniyle yazılmış bir edebi eser gibi,
Nasıl da aliterasyon yapılmış kelimeler gibi aynıyız farkında mısın?
Sana olan sevgim bir uçaktan eğik atışla atılmış bir tas gibi, Canim!
Sana verdiğim çift çenekli bitkiyi koku epitellerine götürürken,
Sanki 10 tabanında logaritma bilmem kaç gibi oluyorum.
Ama sonumuz ne olursa olsun,
Seninle ben bir koloni gibi iç içe yaşayacağız !

TIMARHANEDE



Yaşlı adam: Neden buradasın?
Genç adam: Herkesin benden beklediği insan olamadığım için...
—Anlayamadım, ne demek istiyorsun?
—Babam benimle övünebilmek için çok iyi bir öğrenci olmamı istedi, ama ben iyi notlar getiremeyince benden utandı. Benim vasat bir öğrenci olduğumu kabul etmek istemediği için beni tembellikle suçladı. Oğlu, çoğu insan gibi sıradan olamazdı. Beni anlıyor musun?
—olmamı istediği insan olamadım. Beni ava götürdügünü anımsıyorum. Yanında arkadaşları vardı ve oğlunun gerçek bir erkek olduğunu kanıtlayabilmek için çok güzel bir geyiği vurmamı istedi benden.
—Kaç puan aldın?
—Hiç, sadece ağlamaya başladım ve beni bir daha ava götürmedi.
—Sonra...
—Babam benim kendisi gibi avukat olmamı istedi, ama annem, dayım gibi bankacı olmamı istiyordu, büyükbabam kendisi gibi marangoz, büyükannem ise din adamı olmamı, arkadaşlarım ise James Dean'a benzememi istiyorlardı.
—Başka?
—Kız arkadaşım her şey olmamı bekliyor, babası ise kızının gözündeki değerinin yok olmaması için benim hiçbir şey olmamamı yeğliyordu. Televizyondaki reklâmlar alkol kullanmam, arabalara ve kadınlara düşkün olmam için beni yüreklendiriyor, gece haberleri ise beni alkolizm, trafik kazaları ve AIDS konusunda uyarıyordu.
—Anlıyorum...
—Özür dilerim. Bazen kafam karışıyor. Lütfen beni bağışlayın. Siz ne kadar zamandır buradasınız?
—Ben hasta değilim, yeğenim birkaç aydır burada da ziyarete geldim. Beni anlıyor musun?
—Elbette anlıyorum, siz şu duvarın dışındaki tımarhanede yaşıyorsunuz...

YÜRÜMEK


KARADENİZLİNİN MEKTUBU



Mektubumu çok yavaş yazayrum, Çünkim bilirum ki, okuman zayuftur, çabuk okuyamazsun.

Benden sana sual edersen, Allahuma pin şükür iyiyum, yeni pir is buldum.

Emrimde 1500'e yakin adam var, hepside sessuz sedasuz, kendi hallerinde. Ne is puldugumu soraysan söyleyecegum patlama, mezarluk pekçisi oldum.

Geçtigimiz hafta puraya iki tefa yagmur yagdu. Piri pazartesinden persembeye öbüride persembeden pazara.

Bacin Emine bir usak doguracak, daha erkek midir kiz midir pelli degil, haçan o yüzden saga dayi mi oldin, teyzemi oldin söyleyemeyrum.

Saga kötü bir havadisim var Pahriyede askerlik yapan 10 usaguda kaybettuk. Pindikleri denizaltu pozulmus, motoru turmus, inmis asagu, denizaltuyu itekleyup, motorunu çalistirmak istemuslar.

Temel emicende tükkan açtu, o da 30 a alduguni 25 e verir, sürümden kazaniyormus öyle dedu. Bizim köye findukçularun Temel'i muhtar seçtuk, akullu usakta. Geçen gün hepimizu zelzeleye karsi asi etturdu. Temel hem akillidur, hem de dürüsttür. Geçenlerde bir taksinin soförü köye varmis, muhtari ariyor, meger yolda bir tavuk ezmis sahibini soraymus. Muhtar Temel tavuga pakmis, ha bu pizden deguldur pizum köyde yassu tavuk yoktir demis. Senin küçügün Ergin çok akullu usak çikti. Geçen gün tepeye varmis, elinde bir ip sallayip duriy. Anan uy usagum ne edeysun orada demis. O da heva durumuna bakayrum demis. Çektum oni aksam karsuma, anlat bakayum su hava turumu isinu dedum.

Anlattu, meger ip sallaninca havanin rüzgarli olduguni; ip islanunca da yagmur yagduguni anlaymis. Çok akillu usak vesselam. Sen o yasta böyle akillu degildun. Senin gönderdigun resmi alduk, pir yaninda bir Alman herif pir yaninda pir Alman karisi var, ortada da sen. Iyiki resmin arkasina ortadaki penum diye yazmissun yaksam tanimayacaktuk. Yaa iste böyle usagim. Memleçetten saga pol pol havadis. Yeni
havadis olursa yine yazarum. Baki hüdaya emanet ol.

Baban

NOT: Mektupa para koyacaktim, ama geç akluma geldi, zarfi kapatmisum.

ÇORUM LEBLEBİSİ


Kuruyemişlerin hemen hepsi, yaş sebze veya meyvelerin kurutulması; bazılarının da bir kere kavrulması ile yenebilecek kıvama geliyor. Çorum'un meşhur sarı leblebisinde ise durum biraz farklı. Leblebi, zaten kuru olan nohuttan yapılıyor. Nohutun leblebiye dönüşmesi, yaklaşık birbuçuk ayı bulan işlemler zincirini gerektiriyor.

Çorum'da çocukluğundan beri leblebi işiyle uğraşan Kadir Usta'nın hem imalathane hem de satış yeri olarak kullandığı dükkanı, tarihî değer taşıyan bir fotoğraf gibi karşılıyor müşterileri. Tek kavrumluk leblebiler çuvallardan tenekelere, oradan leğenlere dolduruluyor. Odun ateşi ile yeterli sıcaklığa ulaşan fırına aktarılan leblebiler son kavurma işleminden sonra tekrar çuvallara doldurularak dumanı üzerinde satışa sunuluyor. Tüm bu aktarma işlemleri sırasında Kadir Usta'nın elleri arasından akan leblebiler sanki ustasının deneyimini kazanmışcasına dökülecekleri yeri biliyorlar ve bir teki bile dışarı düşmüyor.

Çorum'da her köşebaşında bir leblebici dükkanı bulmanız mümkün. Öteden beri bu yörede yetişen nohutun iriliği ve leblebiye dönüşüm sırasındaki kavurma işlemleri, haklı bir üne kavuşturmuş Çorum leblebisini... Altmışlı yıllardan sonra artık bölgede yetiştirilen nohut, leblebi üretimine yetmemeye başlamış ve başka bölgelerden nohut getirilmiş. Buna rağmen Çorum leblebisi ününden hiçbirşey kaybetmemiş. Senelerdir liderliğinden taviz vermemesinin nedeni de kuşaktan kuşağa aktarılarak bugüne ulaşan kavurma işlemlerindeki beceri olsa gerek. Nohuta ayrı bir lezzet ve altın sarısı rengini kazandıran geleneksel leblebi üretimi bir yandan devam ederken, odunun yerini tüp gazın aldığı daha modern yöntemler de kullanılmaya başlanmış.

Leblebi yapmak için öncelikle ateş tuğlası, kerpiç, tava ve karıştırıcıdan oluşan bir kavurma ocağı gerekiyor. Karıştırıcı ve tava dışında, ocağı genellikle her imalatçı kendisi yapıyor. Ocakta yakıt olarak kullanılan odunların is yapmayan cinsten olması gerekiyor; aksi taktirde leblebinin tadı etkileniyor. Tarife gelince... Eleme işleminden geçirilen nohutlar boylarına göre ayrılıyor. Birinci kavurma işleminden sonra sıcak olarak çuvallara doldurulup iki gün dinlendiriliyor. İkinci kavurma işleminden sonra yine aynı şekilde iki gün dinlendirilen nohutlar kuru bir yere serilerek bu kez 15-20 gün bekletiliyor. Bu dinlendirme süresinin az veya çok olması ve önceki kavurma işlemleri, leblebinin tadı ve daha sonraki kavurma işlemlerinin performansı açısından oldukça önemli. Leblebi adayı nohutlar üçüncü kavurma işleminden önce nemlendirilerek çuvallara doldurulup bir gün bekletiliyor. Bu kavurma işlemi sırasında nohutların kabukları ayrılıyor. Buna "tek kavrum leblebi" adı veriliyor. Tek kavrum leblebiler, bir iki gün sonra, ihtiyaca göre son bir kez daha kavrulup satışa sunuluyor. Leblebinin acılı, tuzlu veya karanfilli çeşitlere dönüşmesi, bu son kavurma aşamasında gerçekleşiyor. Çocukluk anılarımızı süsleyen şekerli cinsi, yani "leblebi şekeri" ise kısa bir son kavurma aşamasından sonra şekerciler tarafından imal ediliyor. Bu arada hemen belirtelim; beyaz leblebi veya diğer adıyla sakız leblebi ayrı bir uzmanlık dalı ve Çorum'a da başka yörelerden geliyor.

İmalat sürecinden de anlaşılacağı gibi, bu kadar çaba ve zahmet, Çorum leblebisinin ününü yıllar öncesinden bugünlere taşımasının bedeli olsa gerek.

http://celal_1985.sitemynet.com adresinden alıntıdır.

17 Eylül 2008 Çarşamba

ESKİDEN



—Bakkaldan eve gelene kadar ekmeğin bütün kıtır yerlerini koparıp yemek.
—Ağzını tıka basa leblebi tozuyla doldurup karşındakinin yüzüne yaklaşarak ''papaz'' demek.
—Demir parmaklığı olan evlerin önünden geçerken eldeki çubukla parmaklıktan tırrrrrrrrrrrrrrrrrkkk sesleri çıkarıp ev sahiplerini rahatsız etmek.
—Perdeden perdeye uçarak tarzancılık oynamak ve kopan korniş yüzünden anneden hafif yollu sopa yemek.
—Masanın altına uzay gemisi Atılgan'ı çizip uzaycılık oynamak, çiğnenmiş ekmekiçiyle sivri kulak yapıp Mistit Sıpak olmak.
—Bozuk para, düğme, inci gibi şeyleri yutmak ve anne gözetiminde onları lazımlığa şa'apana kadar evden dışarı çıkmamak.
—Hadi beni cennete götür'' deyip namaz kılan anneannelerin, dedelerin sırtına atlamak.
—Karlı havalarda sınıfa gizlice kartopu sokup ön sırada oturanların önlüğünden içeri kaydırmak

—Kertenkele yakalamak ve boynuna ip bağlayıp arkadaşlarının yanında gezdirerek hava atmak.
—Küçük yeşil kurbağayı kibrit kutusunun içine koyduktan sonra paketleyip kızlara hediye etmek.
—Evin içine çadır kurup kızılderilicilik oynamak.
—Buzdolabının ışığının dolap kapalıyken de yanıp yanmadığını anlamak için bıçakla dolap kapısının lastiklerini sökmek.
—Oluklu saçtan çatısı olan çay bahçelerinin çatısına taş atıp taşın çatıdan yuvarlanırken çıkardığı sesleri dinlemek.

-Mutluyken Şarlo veya penguen gibi yürümek. Hatta orangutan takliti yapmak.
—Kalkıp gitmelerine yakın misafirlerin papuçlarının bağcıklarını kör düğümlemek.
-Yanlış numara çevirip arayanlara ''yanlış numara'' demeyip sesini kalınlaştırarak ''Buyrun,ben Ahmet''diyerek karşı tarafla dalga geçmek
---Apartmanların kapı zillerini veya taksi duraklarının elektirik direklerindeki çağrı zillerini çalıp kaçmak.
—Pizzacıları, kebapçıları arayıp komşunun adına siparişte bulunmak.
—Kedinin dört ayaküstüne düşüp düşmediğini görmek için kediyi balkondan atmak.
—Dişleriyle gazoz açmak, kolayı çalkalayıp ona buna püskürtmek.
—Tuvalete gitmeye üşenip odada bulunan en yakın saksıya işemek.
—Kafayı balkon demirleri arasına, parmakları şişeye veya musluğa sıkıştırmak.
—Aynı anda çekirdek yiyip çiklet çiğnemek ve çürüdükten sonra sakızı onun-bunun saçlarına yapıştırmak.
—Balkona gizlenip gelene geçene su tabancasıyla su püskürtmek veya nişan alıp tükürmek.

ÇORUMCA BİR ŞİİR


Elleaam bi gış günüydü..
Seni gördüğümde okulunun badallarının başında g
aşını yıkıp geçtiydin yamacımdan..
Görmediydin sana yanan bu galbi..
Sona duydum ki başka bi gobele meylin varmış..
Onunçünmüş gaş yıkıp gerdan süzmelerin..
Zoruma gittiydin çömüm galdıydım havlunun orta yerinde..
Merzuvanlardan adını bir bir mıh gibi vurup badallara,
Çıktıydım sınıfa ve gıyıladıydım topluyu ve bağırdıydım avazınan;
SENİ SEVİYOM Tahtayagelesicenin gızı deyi...
Sen gülüp gectiydin şinnel şinnek,
Şişinip dediydin yanındalere kim bu bayakki anıran eşek,,
Zoruma gittiydin çömüm galdıydım sınıfın orta yerinde..
Sonra yolunu beklediydim evinizin çenesinde..
Yene sorduydun yanındalere şinnek şinnek..
Kim bu deyin bende dediydim bayakki eşşek

SU GİBİ


Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını, ağır geldi su buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.

Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa çıkıyordu.

Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir aldı suyun sırrını çekip gitti. Dereye verdi. Dere biraz daha yavaş olsa da nehirden, o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze. Çağlayanlar, şelaleler, akarsular… Hepsi kayboluyordu bir anda. Sonra bir gün takip etti su dereyi. Dere okyanusa ulaşınca fark etti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla… Okyanusa taşındığını.

Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öylede yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artik suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu. Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu…

Gecen karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım. Ben tam giderken "Dur!" dedi su. Durdum! "Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakin konuşma! Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar…" dedi.

16 Eylül 2008 Salı

İŞTE BÖYLE BİRİNİ SEVİN


Öyle birini sevin ki, "Çünkü" süz, olsun. Yağmurda gökkuşağınız, baharda sevdanız, yokluğunda varlığınız, gözyaşınızda inciniz olsun.
Öyle birine tutulun ki, aramak için uzaklara gitmeyeceğiniz kadar sizin olsun. Ne zaman aşktan, yana söz duyarsınız kalbiniz çıldırmışçasına onun için gümbürdesin. Gün onunla başlasın. Gözleriniz uykudan uyandığında aklınıza ilk gelen, "Sevgilim, Canım" derken; yediverenler onun kokusunu sunsun benliğinize. Gün yine onunla bitsin, uyurken ve de "Seni seviyorum" derken o olsun.
Öyle birine tutulun ki, aramak için uzaklara gitmeyeceğiniz kadar sizin olsun. Ne zaman aşktan yana söz duyarsınız kalbiniz çıldırmışçasına onun için gümbürdesin. Onun estirdiği karayel samyeline, karanlıklar aydınlığa dönüşsün. O varken "Ümitsizlik" pılını pırtısını toplayıp gitsin. Onunla zorluklar kolay olsun. Ve de o varsa her şey var olsun.
Öyle birine yürekten sarılın ki, aranızdan rüzgar dahi geçemesin, kıyametin ayak seslerini duysanız bile o varsa yanınızda umurunuzda olmasın..
Öyle birinin olun ki, o kalbinizden çıkarsa şayet ruhunuz bedeninizden sökülecekmişçesine olsun. "Seni seviyorum" diyemediğiniz zamanda gözleriniz, ciğeriniz, ruhunuz sevginizi söyleyip dursun.
Öyle birine bağlanın ki, yüreğinizin adımları onun adına yürüsün. İçinizden geçen şarkı o olsun ve de. 'İçimden geçen şarkı gittiğinde ne yaparım ben!" diyebilirsiniz.
Öyle birine gönül verin ki, gönlünüz onun ardından koşsun, önünde hiçbir mani olmasın.
Öyle birine Âşık olun ki, şiirinizin ilhamı, duanızın kaynağı "Seviyor sevmiyorlara" gerek kalmasın, onun da sizi sevdiği biri olsun.
Öyle birine vurulun ki, "Ben seni fakatsız, nedensiz, çünküsüz seviyorum." Bakma sen şimdiki zaman eki kullandığıma. En geniş zaman olan sonsuz geniş zamanla diyorum ki "Seni seviyorum". Adının geçmediği sözü dinlemiyorum...
Seni ölesiye ve öylesine çok seviyorum ki birbirimizi bağlayan ipler görülmeyecek Canımı da, yolumu da, gönlümü de yoluna döşedim. Bittiğim gün kalbimden çıktığın gündür. Canım benim, ben senin bana zor gelen taraflarını da seviyorum, her şeyinle; bilmediğimi bilsen ürkeceğim, anlamadığımı anlayamayacağım yanlarınla seviyorum. Seni ismin ne "de" haliyle ne de "e" haliyle seviyorum. Seni yalın halinle seviyorum. Ben seni sevdiğim yerdeyim, her yerdeyim diye haykırabilirsiniz.
İŞTE BÖYLE BİRİNİ SEVİN
CAN AKIN

15 Eylül 2008 Pazartesi

SİZ ANNEYİ AŞAĞILADINIZ




İSLAM KADINI AŞAĞILAMADI SİZ ANNEYİ AŞAĞILADINIZ

Tesadüf mü? Biri çıkıp İslam'ın kadını aşağıladığını iddia ediyor. Söz bir biçimde anneliğe geliyor. O da ne? İslam'ın kadını aşağıladığını iddia eden 'modern' bay veya bayanların aklının dibini kazıdığınızda, anneliği fena halde aşağıladığını görüyorsunuz. Ortak noktaları bu.

Anneliği aşağılamanın teknikleri çok. Bunun başında dünyanın en şerefli işini yapan annelere “boş kadın” muamelesi yapmak geliyor. Onlara göre çalışıyor olmak için evden çıkmak lazım. Caddeyi görmek, caddeye görünmek lazım. Bir kadının “çalışıyor” sayılması için kamuya kendisini göstermesi şart. Sabah sekiz akşam dokuz (çünkü kadın ucuz işgücü) mesai yapması şart.

Bunlar için de başka şeyler lazım: Modern görünürlüğün vacibatından olan şeyler. Her gün aynı kıyafetle, aynı saç rengiyle, aynı ayakkabıyla, aynı çantayla gidilmez ki işe! Yenilemek lazım, rengini uydurmak lazım. Saça uygun elbise, elbiseye uygun ayakkabı, ayakkabıya uygun çanta, çantaya uygun cüzdan, ona uygun cep telefonu lazım…

Modası geçenleri değiştirmek lazım. Bunun için de modayı takip etmek lazım. Özetle üretim-tüketim çarkında yağ, değirmeninde un olmak lazım.

Bütün bunlar için çalışmak lazım. Çalışmadan bu masraflar nasıl kazanılacak? Daha iyi görünmek için daha çok kazanmak lazım. O da yetmiyorsa, daha daha çok kazanmak lazım. Daha çok kazanmak için harcamadan olmuyorsa, daha çok harcamak lazım. Görünmeden daha daha çok kazanılamıyorsa, daha çok görünmek lazım. Daha çok görünmek için daha çok dikkat çekmek lazımsa, onu yapmak lazım. Onu yapmak için herkesten çok harcama yapmak lazımsa, onu yapmak lazım. Herkesten çok harcamak için, herkesten çok kazanmak lazım.

Hangisi hangisine lazımdı? Kafam karıştı…

Evden çıkıp mesai yapmayan kadının yaptığı “çalışmak” değildir. O tepeden bakılan, “Ev kadınıymış” yollu dudak bükülen bir “acizdir”. Evinin kadını olmak modernlere göre dudak bükülecek bir iştir. İş kadını daha hoş geliyor. Hatta sokak kadını bile ötekinden hoş geliyor.

Modernin gözünde o koca parası(!) yiyor. Patron parası mı? Amir fırçası mı? Onun bunun erkeklerinin ağız kokusu mu? Her işe gidiş gelişte yaşadığı tıkış tıkış otobüsler ve minibüslerdeki onur kırıcı durum mu? Onlar işin parçası ayol. Koca kârı yeme de, ne yersen ye! Koca fırçası yeme de, ister amir, ister ustabaşı, ister patron fırçası ye! Hatta sokak magandası ve çarşı maçosunun attığı laf bile ehven…

Ev kadını, üüü! Bir kere özgür(!) değil ayol. Yarım saat işten erken ayrıldığı için amirinden duyduğu lafı kargalar yemese de kendisi özgür. İşyerinde uygulanan sıkı denetime rağmen özgür. “Yarın müsait misin”lere verdiği “Mesaide olacağım, işten yorgun dönüyorum”lara rağmen özgür. Ama ev kadını handiyse esir canım…

Ama o anne. Çocukları var. Yani dünyanın en değerli, en asil, en soylu, en görkemli işini yapıyor. Yani insan yetiştiriyor. Çocuk sokakta yetişmez ki? Çocuk evde yetişir.

Olsun, o yine de “çalışmayan” kadındır. Annelik çalışmak sayılmıyor. Modernlere göre annelik işsizlik sayılıyor. Annelik angarya sayılıyor. Komedi de ne biliyor musunuz: Başkalarının doğurduğu çocuklara bakmak için kurulan sektörlerde çalışmak “iş”, orada çalışanlar da “çalışıp üreten kadın” sayılıyor da, kendi doğurduğu çocuğa bakmak “iş” sayılmıyor. Modernler kazara anne olduklarında durum şu oluyor: baba işe, anne işe, çocuk kreşe, ev pansiyon, aile pansiyoner…

Ondan sonra “bebek mi-köpek mi?” ikilemi geliyor: tıpkı Fransa'da, Almanya'da, Hollanda'da olduğu gibi. Köpek bebekten daha sevimli oluyor modern kadın için. Bir, vücudu deforme etmiyor... Öyle ya: tenperest modernliğin gerçeği bunlar, görmek lazım.

Ama küçük bir sorun: Köpeğin ille de küçük olması lazım; kucağa alınıp sevilecek kadar küçük. Ne de olsa kadın o. Bir canlıyı kucağına alıp sevme güdüsü yaratılıştan verilmiş. Çaresi yok, sevecek. Peki, köpek yerine bebek sevse olmaz mı? Bu soruya Avrupa'nın bebek-köpek (yan yana iyi durmadığını biliyorum, ama anlayın) rakamlarını karşılaştırdığımızda, şu zımni cevabı alıyoruz: Yok, zinhar olmaz! (Almanya'da kayıtlı köpek sayısı nüfus ile neredeyse eşit).

İyi de, köpek de en az bebek kadar masraflı.

Olsun! O kadar kusur kadı kızında da bulunur.

Kazara doğursa bile anneliği sevmemiş ve severek annelik yapmamış (Bunun yanında doğum yapamadığı halde harika annelik yapanlar da var). Annelik yapmadığı için duyguları gelişmemiş, ufku gelişmemiş, hayat tecrübesi gelişmemiş, bilgelik dersen sıfır. Ama olsun; onun köpeği ve bir de mesaili işi var. O kendini tüm annelere hava atma makamında görüyor.

İşte buraya yazıyorum: Cenneti annelerin ayakları altına seren İslam kadını aşağılamadı. Fakat cenneti dünyada arayan tek dünyalı modernler gözümüzün içine baka baka anneliği aşağılıyorlar. Üstelik her birini bir ana doğurduğu halde.

Ne kadar ayıp! Ne kadar küstah! Ne kadar saçma!

Mustafa İslamoğlu

HİÇBİR DUYGUMU ERTELEMEDİM



Hiçbir duygumu ertelemedim ben. Yaşayacağım hiçbir şeyi sonraya bırakmadım. Sonra diye bir şeyin olmadığını biliyorum çünkü. Hep yarına dair hayaller kurmak, gelmesi mümkün olmayacak zamanları beklemek benim işim değil.
Aşk zamana meydan okur ama sen karşı koyamazsın ona. Orada durup öylece bekleyemezsin geleceği. Bir adım atmalısın, bir el uzatmalısın aşka doğru..!
Aşkın anahtarı cesaret değil mi yar? Cesur olmak gerekmez mi bir sevdayı yaşamak, büyütmek için?
Kaç gece yalnız geçti hesaplasana... Kaç gece bir sonraki günü düşünerek geçti. Neler yapabilirdik, neler yaşayabilirdik düşünsene..! Her sabahı birlikte karşılamak vardı seninle. Gözünü açar açmaz ilk gördüğün şey ben olurdum ve sen benim yüzümde mutluluğu görürdün.
Bu kentin sokaklarında el ele dolaşabilirdik. Girmediğimiz sokak kalmazdı. Bakışlara aldırmadan sokağın ortasında sarılıp öpebilirdim seni.
Bir şarkıyı sözlerini bilmesek bile bağıra çağıra söyleyebilirdik. Sonra bir filme gider, bir kitap okur, bir martının bir lokma simit kapabilmek için vapurların peşinden bıkmadan uçuşunu izleyebilirdik. Paylaştığımız her an beynimize bir daha çıkmamak üzere kazınırdı. Özlerdik birbirimizi delicesine. Bir saati yalnız geçirsek, bir sonraki saati iki saatlik yaşardık.
Peki, biz ne yaptık. Aşkı bir bekleyişin sırtına yükleyip ona sadece uzaktan bakmakla yetindik. Her an aşkı yaşamak varken, her gün birbirimizi yeniden keşfetmek varken, bu yolda birer kâşif olmak varken sürgünleri yaşamaya mahkûm ettik birbirimizi. Bu sürgünlüğe son vermenin zamanı geldi artık. Sana huzur vaat etmiyorum. Aşkta huzur arayan yanılır. Ben tutkunun, en koyu sevdanın sözcüğüyüm. Onlar adına konuşuyorum.
Gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" demek istiyorum. Aşkın akışına kapılıp hiçbir kaygı duymadan gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum. Kokunu içime çekmek, teninin sıcaklığıyla irkilmek istiyorum. Yaşama senin adınla anlam katmak, mutluluğu bulmak ve bir daha kaybetmemek istiyorum.
Seni istiyorum ey yar!
Canıma bir can daha katmak için, ruhumun yalnızlığına, yüreğimin acısına son vermek için, daha mavi bir deniz, daha mavi bir gökyüzü, daha mavi bir sevda için...
Seni İstiyorum, Yarın, Öbür Gün, Öbür Hafta, Öbür Ay, Öbür Yıl değil. Şimdi!

SENİ SEVİYORUM


DUVAR YAZILARI_2


MASAÜSTÜ RESİMLERİ

ORJİNAL BOYUTU İÇİN RESME TIKLAYINIZ