28 Kasım 2010 Pazar

METİN KURTÇU'NUN MÜCADELESİ

Merhabalar,
Her zaman mutlu haberler yada mutluluk dolu yazılar yazılmıyor. Hayat gibi bazen mutluluk bazen hüzün bazen heyecan ve bazen üzüntüler ve umutlu bekleyişler yaşanıyor.
Metin Kurtçu bir öğretmendi. İdealist bir öğretmen.
Fedakar bir baba, düşünceli, vefalı sevecen bir eş, güvenilir ve fedakar bir arkadaş, hayırlı evlat, anlayışlı ve sevgi dolu bir kardeş yüreği sevgiyle dolu bir insandı. Hala öyle mi? Bilemiyorum ama sanırım bazılarımıza kırgın, bazılarımızdan beklediği geri bildirimi alamamış bir kardeşimiz. Yakınmaları var, stemleri var bazı gerçekleri kengi tecrübelerinden süzüp aktardığı kendi el yazısıyla yazılmış mesajı var. Şimdi biz ne dersek boş, ne yaparsak faydasız, ne söylersek işe yaramaz gibilerden düşünmüyoruz. Dularımız var, yüreklerimiz var tek yürek, inancımız var, Allah'ımız var ki o herkesi sever, O ki en büyük gözetici, O ki en yüce eğitici, O ki en büyük irade sahibi, O ki en hayırlı Şifa verici...
Tüm noksanlıklardan münezzeh olan, Şafii olan Yüce Rabbimize olan duamızı yineliyoruz.
"Rabbimiz, Metin kardeşimizi hayırlı şekilde şifaya kavuştur. Onun sana hizmet edebilmesi için mühlet ver, ailesine ve çocuklarına iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir oğul ve iyi bir akraba olması için ona şifa ver, iyi bir öğretmen ve iyi bir insan olması için onu bizlere bağışla... Lütfunla Metin kardeşimizi nimetlendir. Sen nimet verenlerin en hayırlısısın"... Amin
Metin hakkında en son aldığımız bilgi. Dün gece beyin kanaması geçirip yüz ve vücut felci geçirdiği ve buna bağlı olarak hareket ve konuşma kabiliyetleri sınırlanmış durumda olduğu Ve Ankara İbni SinA HaSTANESİNİN YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE SEVK EDİLDİĞİ...
Dualarımız onunla...
Yüreğimiz onunla...
Rabbimiz onunla...
Metin'in kendi el yazısı ile sitemleri...


Aşağıda Metin hakkında Eğitim-Söz-Sen Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından yazılmış yazı var paylaşmak istedik...
"14.11.2010 Pazar…Metin öğretmenimizi,arkadaşımızı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hematoloji Bilim Dalı ve Kök Hücre Nakil Merkezinde Eğitim-Söz-Sen Yönetim Kurulu Üyeleri olarak ziyaret ettik.

Metin’in odasına çıkamadık.Hiçbir ziyaretçi hematoloji bölümüne alınmıyor.Kendisini aradık.Metin babasıyla tekerlekli sandalyede geldi.Hayli bitkin , solgun ve moralsizdi.Bizi gördüğünde çok heyecanlandı,gözleri parladı ve hepimizin ellerini o cansız elleriyle sıkmaya çalıştı.Sonra hepimiz duygulu anlar yaşadık.Metin bir yazı yazmıştı,kısa ve net cümleler.Eksiklikler varsa ekleyebilirsiniz demişti.Bir gün öncesinden Metin’i aramış,hangi hastane de olduğunu,hangi bölümde yattığını kendisinden öğrenmiştik ama zorla konuşuyordu,kendisini fazla yormak istemedik.

Metin hastane salonunda anlatmaya başladı…kimse benimle ilgilenmiyor,moral desteğine ihtiyacım var ama bir psikolog bile yok diyordu.Böyle değersiz miyiz diyordu..bende önceden sorunlarla pek ilgilenmiyor,ne olacak diyordum.Sendikalara bile uzak duruyordum.Hastalığım ortaya çıkınca oradaki çevrenin etkisiyle düşünmeden bir sendikaya üye oldum dedi.Sendika pek yeterince ilgilenmemiş.Sözleşmesi 2 aylık bir tedavi süresi başlayınca 30 günü aştığı için fesih olmuş.Sendika avukatı aracılığıyla fesih durumu geri göreve başlaması için mahkemeye verilmiş.Avukatı arayıp bu dava ne zaman sonuçlanır dediğinde bile avukatın kardeşim senin davanın sonuçlanması en az 1 yıl sürer demesi bile moralini alt üst etmiş.Bunları anlatırken ailesi yanı başımızda,üzgün öylece dinliyorlar.Metin yeni evlenmiş ve çocuğu hastalık döneminde dünyaya gelmiş fakat çocuğunu sevmesi,kucağına alması bile yasak.Bunu söylerken gözleri doluyor…8 kişilik ailesine de kendisi bakıyormuş şimdi hem onların durumunu da ayrıca düşünmekte..Ailesinin geleceğini düşünüyor.Hastalığı bir yandan,düşündükleri bir yandan..Ne yapacağını bilemiyor..Hastalık sürecinde bile kendisinden çok ailesini düşünüyor..Baba başucunda..Metin’in konuşamadığı yerde devreye giriyor.Konuşma yerimiz hastane salonu,hepimiz Metin’i dinliyoruz…ilk kez kurum olarak siz geldiniz ,çok teşekkür ederim diyor.Metin durumunu anlatan,hastalığından dolayı sözleşmesinin fesih edilmesini kabullenemiyor.Kim kabullenir ki?Bize kadroludan farkınız yok diyenler bu durumun ne kadar ciddiyetindeydiler?Metin sendikanın da pek davaya verme dışında bir desteğini görememiş,sendika seçimi konusunda da yanlış yaptıklarını inkar etmiyor.Var olan sendikaların bir işe yaramadığını belirtiyor.Metin bu durumun sırf hastalığından dolayı büyük sıkıntılar yaşamasını ,özellikle psikolog desteğinin olmayışını sürekli vurguluyor.Bir küpeli meslektaşımızın küpe takması bile büyük haber olurken,ben onca gazeteye,birkaç T.V ye durumumu yazmama rağmen bana böyle ilgi göstermediler diyor.Kendini çaresiz,moralsiz,sahipsiz görüyor.Moral ihtiyacına dayalı bir hastalık da ben stres altındayım diyor.Biz kendisine kampanya düzenleyeceğimizi,kendi arkadaşlarımız arasında elimizden gelen yardımı yapacağımızı,basın konusunda da yardımcı olacağımızı söylüyoruz.Metin biraz düşünüyor ve şimdilik bu konuda (maddi yardım)bir şey yapmayın diyor.Ben sözleşme metnimin fesih olmasını da geçtim,düşündüğüm tek şey tedavi sürecimin 20 gün sonra ne olacağıdır diyor.Şu an ssk’nın tedavisini karşıladığını ama 20 gün sonra ssk süresinin de bittiğini,o zaman hastanenin ne yapacağını,nasıl bir durumla karşılaşacağını kendisinin de bilmediğini söylüyor.

24 Kasım öğretmenler günü..Fakat 24 Kasım’da Metin kız kardeşinden kan ve hücre nakli ameliyatı için 25 Kasım’da yapılacak operasyona hazırlanacak.Doktor ameliyatın pek kolay geçmeyeceğini,zor olacağını yüzde 20 da ölümle sonuçlanabileceğini söylemiş.Metin aynı zamanda dirayetli,bir yandan bu amansız hastalıkla mücadele ederken,bir yandan da kendini bekleyen sonlara da kendini hazırlamış.Metin anlattığı her şeyde gözlerimize bakarken hem umudu hem umutsuzluğu hem de çaresizliği bize hissettiriyor. Hepimizin gözleri doluyor,kendimizi zor tutuyoruz.Mesaj olarak sözleşmeli uygulamanın çok kötü olduğunu,kadrolu olsaydı hastalığının tedavisi ve görevinin devam edip etmemesi konusunda sıkıntı yaşamayacak olduğunu,sözleşmeli tüm arkadaşların başına bu ve buna benzer olaylar her zaman gelebileceğini,o zaman düşülen durumun telafisinin olmadığını özellikle belirtiyor.

Biz; 24 Kasım’ı YAS GÜNÜ ilan ediyoruz.Arkadaşımız ölümle pençeleşirken,görevine elinde olmayan bir hastalık sonucu son verilmişken bizim 24 Kasım’ı öğretmenler günü olarak kutlayamayız.24 Kasım Günü tüm sözleşmeli arkadaşlarımızın bulundukları yerde siyah giyinmesini istiyoruz.Biz tüm sözleşmeliler ne zaman kadroya geçer ve özlük haklarımıza da kavuşursak,gerçekten kendimizi bir öğretmen gibi hissedersek 24 Kasım da tüm öğretmenlerce anlamlı şekilde anılır ve kutlanır.Çoğu yerde öğretmenler gününde ‘yemin’ bile ettirilmiyor arkadaşlarımıza..Bazı yerlerde ise göstermelik ettirilmekte.

Biz Metin’i n durumunu gördükten sonra hepimiz bu uygulamanın ne kadar ilkel,ayrımcı bir statü olduğunu daha iyi anladık.24 Kasım’da biz bulunduğumuz kadrolara daimi kadro statümüzde girmek istiyoruz.Devletimizin en büyük yetkili Bakanlarımızın,bürokratlarımızın verdikleri ‘KADRO’ sözünü şartsız,koşulsuz yerine getirmelerini,kamu oyuna da bu konuda sorumlulukları olduklarını bir kez daha yeniliyoruz.

Metin,Elif, Okay….hepsi içimizden biri,hepsinin yaşadığı sorunlar aynı.Ama kimse böylesi ölümcül bir hastalık yaşayan arkadaşlarımıza destek vermiyor,sahip çıkmıyor.Tüm sözleşmeli arkadaşlarımız da oturup bu durumu iyice analiz etmeliler,empati yapmalılar.Yarın bizim neler yaşacağımız belli değil?Yaşanan sorunlar ne olursa olsun sorun ortak.Sözleşmelinin sonu kendi iradesi dışında gelişen bir hastalıkla son bulmamalı.Sözleşmelilik zaten kendi başına büyük sorunlu bir hastalıktır.Sözleşmelilerin çoğu moralsiz,isteksiz,her gün stresli yaşamını mutsuz sürdürmektedir.Bunları öylesine yazmıyoruz,öylesine demiyoruz çünkü bu durumu ancak kendi gibi olan kişiler bilir.

Türkiye’nin bugün kamu kurumlarında ki uyguladığı sözleşmeli uygulaması,plansız,istikrarsız,özlük haklarından yoksun bir süreç olarak başlamıştır.Hepimiz aslında kanserli bir hastalığın içindeyiz.Metin,Elif ve Okay arkadaşlarımıza hem moral,hem de maddi ve manevi desteklerimizi sunmalıyız.

Bu manada tüm sorunlarımız üzerine kurulmuş olan sendikamız herkesin sözcüsü olmaya devam edecektir.Amaçlarımızdan biri de budur.Dayanışmayı,sevgiyi,birbirimize kenetlenmeyi,sorunlarımızı paylaşmayı öğrenmeliyiz.Örgütlü olursak,birbirimize her konuda destek verirsek başaramayacağımız şey yoktur.

Umudumuzla,enerjimizle kanseri de ,MEB’in haksız sözleşmeli uygulamasını da mutlaka yeneceğiz."
En son olarakta Show TV'de yapılan haber...

Sözleşmeli öğretmenin Dramı

22 Kasım 2010 Pazartesi

ÜÇ ARKADAŞ

ZENGİNLİK, BAŞARI, SEVGİ

Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce, önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız." dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz" dedi.
Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen ko-nuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler " dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki beyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi: "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi: "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı: "Sağ yanımdaki arkadaşımın adı: Zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı: Başarı, benim adım ise Sevgidir."
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın" dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, Sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel" dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden Zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur."
Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi."En doğru karar, Sevgiyi davet etmek değil midir?" dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak."
Celinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. "Sevgiyi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz Sevgi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve Sevginin arka¬sından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, Zenginlikle Başarıya sordu: "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız Sevgiyi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler: "Eğer içimizden yalnız Zenginliği ya da Başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz Sevgiyi da¬vet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden, Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler: "Çünkü Sevginin olduğu her yerde, biz Zenginlik ve Başarı da her zaman, onun yanında oluruz."
Ribat Dergisi Kasım 2010

10 Kasım 2010 Çarşamba

BAYRAM KARTLARI

BİZ BU SENE KURBAN BAYRAMINI ERKENDEN GETİRİP BAYRAM KARTLARIMIZI HAZIRLADIK...SEVDİKLERİNİZLE PAYLAŞABİLİRSİNİZ.ŞİMDİDEN BAYRAM HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN.



















Eşleştirme Oyunu Ve Çalışkan Hamza

Merhaba arkadaşlar;Bir yeni gün bir yeni hamza....Bu gün ki halimiz işte böyle...Daha iyiyiz çok şükür,en azından yemek yiyebiliyor biraz daha düzeldik.yorgun gözleri hafif mütebessim yüzü ile canım yavrum....
Uzun zamandır eklenmeyi bekleyen yusuf ve hamzaya özel eşleştirme oyunumuzu sizlerle paylaşmak istiyorum.bu fikir ve çalışma eşime ait,kontraplak kullanarak hazırladı.Çokta emek verdi doğrusu,Bu konuda çok taktir ediyorum kendisini.Çok özeniyor çocukları ile zaman geçirmeyi çok seviyor.tabi bu ilgi ve sevgi ile babaya olan düşkünlüklerini tahmin edersiniz artık.

İşta oyunumuzun resimlerinden bir demet....Abi kardeş pek bi mutlu oldular açıkcası :) babaları onlara özel oyun hazırladı.babasınıda benide yenen yusuf daha da keyifleniyor tabiii :) bu oyunda çok yetenekli :)
Ya sizce nasıl olmuş,yorumlarınızı bekliyorum.....
Aşağıdaki resimde de eşimin yeni çalışması olan tangram ve hamza.yine kontraplak üzerine Çalışıyor.hamza ise babasına yardım ediyor :) biraz gözü açıldı ya hemen başrollere geçmiş bile....


bir elinde tutkal ve fırça,önünde üçgen kesilmiş kontraplak :) ve hamza cık cıklar eşliğinde tutkal sürüyor,cık cık cık kızıyor Ne yapmaya çalışıyorsa artık,istediği gibi olmuyor :)
Şimdilik bu kadar.

yuucel_19

9 Kasım 2010 Salı

Hamzacık Hasta :(

Resim dün çektiklerimden bu resmin 2-3 misli kırmızı lekeler ve yüz şişkin bir halde :(

Yorucu bir gece idi açıkcası bir su çiçeğinin bu kadar sıkıntılı geçeceğini tahmin etmiyordum :( Abisi bu kadar zor geçirmemişti.Dün zaten ateş iştahsız ve keyifsiz bir yavrucakla,ailenin kaşıyıcısı olarak günümüzü geçirdik.Akşam nöbeti baba devralıp bende yemekten sonra uzandım sanırım bir 1-2 saat uyudum biraz dinlendim.sonra baba yattı ee napsın adam sabah mesai var.geceyide yine 39,5-40 derece ateşle uykusuz ve mızmız geçirdik.uyandık dünkünden daha beter halde yüzü şişkin duruyo daha da kırmızı olmuş.hemen ablamı aradım...Oda su çiçeğinin bu kadar ağır ve ateşli geçmesi normal değil hemen doktora götür deyince....saat 9 da bir çıktık evden 2 ye kadar gelemedik.Doktorda şaşırdı çok ağır geçiriyor dedi.Bogazında iltihaplanma varmış birazda,sonra yemek yemediği için bünye kuvvetsiz ve gıdasız kalmış.tahlil vericez ama damar yolu bulunamıyor kolları delindi.yok durmuyor bir türlü damar kayıyor.zaten incecikmiş damarlar.tabi bu olaylar karşısında feryat fiğan, hamza ağlamaktan kıpkırmızı oldu.laborant bey zaten çok yıprandı daha fazla üzmeyeyim acildeki görevli elinden bulsun damarı. onlar damar yolunu elden bulma konusunda daha tecrübeli...Orda yine 3 tane hemşire bulamıyorlar.ha bu arada hepsindede ya bizede bulaşırsa yakınmaları.herkes kendi derdinde.en sonunda elleri dert görmesin hemşirelerden biri buldu damarıda o şekilde tahlil kanımızı verebildik.Daha sonra serum takılacak 15 dk önce takılan kelebek serumu almıyor damardan çıkmış :( hadi bi daha aynı eziyet,sıkıntı.Röntgen çekildi karnımız gaz dolmuş kaka yapamıyor.lagman yapıldı.bekle babam bekle,serum bitmiyor.hamzada ağladıkça zaman hiç geçmedi sanki.sonra o uyudu orda serumda bitti.çok şükür .4 saat kadar orda kaldık.evimize geldik çok şükür.serumun etkisi ile gözlerini açamıyor bir saflaştı böyle ağlamaktan bittin düştü yavrum.Uyudu bende not yazayım dedim sıcağı sıcağına.....

Allahım kimsecikleri düşürmesin.şifalar versin inş.

sağlıklı günler sizinle vede bizimle olsun dostlarım :)

8 Kasım 2010 Pazartesi

Hamza ve su çiçeği :(

Yusuf'tan sonra hamzacık ta su çiçeği oldu.Bu resimdede zorla poz verdirdik. garibim ya zaten karıizma çizilmiş birde resim çekiyolar pozu verdi :) bekliyordukta su çiçeği çıkarmasını vücut mikrobu kaptıktan sonra hstalığın1 hafta 10 gün civarı kuluçka dönemi olur ve kendini dışa vermezmiş.Bizimkiside öyle oldu abi çıkardıktan 10 gün sonrada hamzacık işte resimdeki hale geldi.ilk sırtında minik minik su kabarcıkları fark ettik.gece ateşi vardı ve mızmızlanarak sabah etti. yüzünde çıkmayacak şükür derken sabah kıpkırmızı kalktı.sırtı ve karnı komple kıpkırmızı benekler ve su keseleri ile dolu...
Bizi üzen noktalardan biri ise su çiçeği aşısı devlet tarafından karşılanmadığı için yapılmamış.Biz yapılmıştır diye düşünmüştük.Ama yapılmadığı gibi bize bilgilendirmede yapılmadı.en azından bu aşı özel yaptırmak isterseniz diye söylenebilirdi diye düşünüyoruz.Hatta bundan 6-7 ay önce hamzanın son aşısını yaptırmak için aile hekimine gittim.ölçümleri yapıldı aşısı yapıldı.ben''doktor bey yaptırmamız gereken özel aşılar varmış bunlar hakkında bilgi verirmisiniz.isimleri neler dedim...''doktor 'hıı evet var öyle özel aşılar''dedi be mübarek adam ismini bilsem sana zaten sormam....
bu yazıyı paylaşma sebebimde daha çok bu.en azından imkanı olan yaptırabilir.Biz biraz geç öğrendik.Çok fena kaşıntı yapıyor.ateş iştahsızlık ve halsizlik yaptı.hamza çok keyifsiz.kucağıma yatıyor kaşı diye.çok yıpratmadan kıyafetlerinin üstünden kaşımaya çalışıyorum bende.ilaçlarını kullanıyoruz tabi.Bayram iznine kadar iyileşir inşaallah.....
Sağlıklı mutlu günler dilerim
Yuucel_19

Bohça Modellerim-2

en sonunda aldığım siparişlerimi tamamladım.tamı tamına 22 bohça,desenlerim bunlar bazılarından 2,bazılarından 3 tane yaptım.Çok ta güzel oldular.Sizlerlede paylaşmak istedim :)








6 Kasım 2010 Cumartesi

SÜRPRİZMUTFAK'TAN HEDİYE SEPETİ ETKİNLİĞİ

Merhaba arkadaşlar Katıldığım bu etkinliği sizlerle paylaşmak istiyorum.Sürprizsepeti arkadaşımızın bizler için hazırlamış olduğu hediye sepeti.çok şık ve şirin....Umarım ben kazanırım :))

Etkinlik 15 Kasım saat 23:55’ te sona erecektir.Vatana ve millete vede bana hayırlı olsun inşaAllah :))


BU ETKİNLİK SADECE BLOG KULLANICILARI İÇİNDİR!!!!

1. Softbowl 6’lı kalp şeklinde muffin kalıpları. (Orijinal üründür)
2. Aynı desenlere sahip kurabiye kutusu ve peçete.
3. Acı badem aroması ve kelebek şeklinde ikili kurabiye kalıbı.
4. 3’lü bebek seti. Pasta süslemeleriniz için.
5. 3’lü renkli minik çikolatalar seti, hepsi 100 gr. Çilekli,beyaz çikolatalı ve sütlü çikolatalı.

Fırında Sebzeli Palamut



Malzemeler:
4 tane palamut,
3 patates,
3 havuç,
2 tane pırasanın baş(beyaz)bölümü,
1 soğan,
Başkada neler eklemek isterseniz.....
Yapılışı:
Palamutlarımızı temizleyip güzelce yıkıyoruz.suyu akması için delikli(kevgir)bırakıyoruz bu arada diğer sebzelerimizi yıkayıp istediğimiz boyutta doğruyoruz.Tuzunu ekleyip fırın torbasına dolduruyoruz.Daha sonra suyu akmış olan balıklarımızın da elimizi tuza dokundurarak tuzlanmasını sağlıyoruz.fırın torbamızın içine,sebzelerimizin yanına yerleştirip.torbamızın ağzını sıkıca kapatıyoruz.Torbaya birkaç delik açarak.fırın tepsimize yerleştiriyoruz.

Afiyet şifa olsun...

Not:Ben 250 derecede 40-45 dk kadar pişirdim.Çok güzel oldu

4 Kasım 2010 Perşembe

Bohça modellerim-1

Bir süredir sipariş aldığım bohçalarla meşkuldüm.Sizlerle de paylaşmak istedim.yakın zamanda işlediğim yeni modelleri de ekleyeceğim.Tam olarak bitmedi kenar çevirme ve pikosu kaldı....Birkaç gün daha sürecek diye tahmin ediyorum.görüşmek üzere arkadaşlar.hayırla kalın mutlu kalın :)













3 Kasım 2010 Çarşamba

GÜL YANAĞINDA


Sen ey gül, Açıp solan, kalmayıp giden, gülüp ağlayan-ağlatan, var-yok arası, hasret çiçeği, kanlı vadi, sevda tepesi, veda çölü, kalbin uzak coğrafyası, varlık ayinesi, ışık tuzağı, vuslat serabı, açıp solan, sahte müjde, kırılgan yâr, varlık kristali, yokluk kuyusu.
Sen ey gül, göğsümün kanının çiçeği, bu seher vakti, gün tomurcuklanmadan, ışık eşyaya vurmadan, açılmadan zamanın goncası, kapına geldim. Yola düştüm, kalbimde yatan gül aşkıyla, aklımı kanatan rengine vurularak. Yitiğimi bulmak, bulduğumu yitirmek için. ‘Veda’ tepelerinde kurulan devleti gül yaprağından devşirmek için, şifa gülünü, vefa gülünü, can gülünü, Sultan gülünü öpmek ve diriltmek/dirilmek için… Yitirmek için Leylayı ve Lâleyi, ‘la ilâhe’ diyebilmek için.
Sen ey gül, say ki bir bülbül yanıbaşında, ömrüm bir bülbül ağlayışında sesim gül şiiri, kelimelerim şebnem. Ve yağmurla yanağına düşürdüğüm gözyaşında Toprağına ölü olup uzanıyorum şimdi.
Sen ey gül, sen ne kadar gülsen, ne kadar gülersen, ne kadar kan dökmek istersen göğsümden, o kadar bülbülüm ben, o kadar ağlıyor, o kadar gülüyorum Senin için kanıyorum. Gülyüzüne kanıyorum.
Sen ey gül, hasretin de vuslatın da saadet bana, ki bir ömür ediyor hasretin.Varlığım mecnun bir diken olsa da, senin yanında kalıyorum, sana kanıyorum ya. Vuslat o kadar makbul değil, Belki, mümkün değil. Göğsüme her sokuluşunda soluşunu da yanında getiriyorsun. Öyleyse, sen kendini diken bil ey gül. Kalbime yetmiyorsun. Arzuma yetişemiyorsun. Yalnız gözüm kanıyor sana. Sahte ışıklar gibi. Gece ortası yıldız böceği. Varoldukça yok oluyorsun. Geldikçe gidiyorsun.
Sen ey gül, İlk, senin ayinende gördüm yüzümü. Senin yüzünde aşkımı keşfettim. Senin yüzünden derde düştüm. Bir seni senâ ettim, senin övgüne kandım. Seni yâr ve kendimi var sandım. Oysa bir ‘Ezelî Nazar’ın hatırına var değil miydik? “Gizliydim; görünmek istedim” diye düşmüş değil miydik varlık ayinesine. Ve ne ki, ve ne yazık ki, ve ne hüsran ki, birbirimizin yüzünde oyalandık. ‘Görünmek isteyen Cemâl’e kör kaldık ‘Görmek dileyen Nazar-ı Dekaikaşina’ya uzak kaldık. Varlık yâre oldu yüreğimizde, Yâr’in yolunda kaldık.
Sen ey gül, ben seni buldum, ben sana vardım, ben sende durdum. Ne çare, bulduğum yâr aradığım değildir, vardığım yöre kalınası değildir. durduğum yer kalası değildir. Yine de vefalısın, bilirim. O yüzden kanımı akıtırsın, O yüzden solarak sokulursun koynuma, Canımı acıtırsın ta ki, bulduğuma razı olmayayım, ta vuslatına kanmayayım, şairin “gül, ey saf çelişki” dediği diken değsin yüreğime. Leyladan geçeyim, Ferhatleyin benlik dağını deleyim, ta tahammülü kuşanıp, el açıp Ötelerin Sahibini dileyeyim, ta yalanı, solanı, eskiyeni yakayım, ta ki gül, kül olsun. ta perde perde açılsın gül yaprakları, ölümüm düğünüm olsun.
Ve sen ey gül, güllerin solduğu bu yerde, ellerin düştüğü bu yerde, gözlerin kapandığı bu yerde,
canların kanadığı bu yerde, sen ve ben neden birbirimize bakarız? Neden bunca sena, bunca sevda? Neden? Ben sende kalamam ey gül. Sen de bana kalmazsın.
Sen ey gül, yalan yanlış aşkların ülkesi. Yitik sevdaların yöresi. Buruk buluşmalar köşesi. Aşkın ve şiirin yakıcı gölgesi. Sen bende kalamazsın Ben sana kanamam. Seni sena ettiğim yeter artık, ey gül Senai’nin senâsı şairce değildir gerçi, ancak, seni sena etmenin bedelini ödemiştir. Nice gül yaralı şiirlere değmiştir dudağı. Gülyüzlülerin dergâhında gülücüksüz bırakılmıştır. Gülü yazmış, güle yazmamıştır. Gülü bilmiş, gülebilmiş değildir. Ağlamış, lâkin gözyaşı gül yüzlere değmemiştir. Yazık ki gül ağladığına değmemiştir. Gül muştusu beklemiştir ve hâlâ, beklemektedir. Şimdi, sen ey gül, Geri ver emdiğin gözyaşlarımı, gözüme dönsün yeniden kana buladığın çiğ taneleri ta “adımları parıltılı, alınları bembeyaz, dağılsın evrene gülün mestaneleri”
Sen ey gül, Sen Muhammed kokulu gül. Sen ey gül kokulu Muhammed [asm], “sen ki en büyük Gülsün, en çok gülü seversin söyle bahçıvanına, bir gül de bana versin.” Sen ey Gül, “sen ey bahar elçisi, sen ey kutlu güldeste senin için cansızlar bile canından geçer.” Değil mi ki Hafız Senin hatırına mahfuzdur ebediyen Fuzulî sözleri, Senin adına fuzulîyattan arındı. Şiraz’ın rüzgârında, Medine’nin göğünde, İstanbul’un yüreğinde Senin kokundur yâremizi sağaltan, Senin kokun Yâr’in vechine yüzümüzü çeviren. Sen ey Gül, Umarım ki yüzüm yüzüne değer. Duyarım ki, yüzün yüzüme güler. Ve bilirim ki, “gölgeler şehrinde gül, kimseye kalmayacak öteler şehrinde gül, bir daha solmayacak.” Solmayacak Gül, ve Nur’dan yaprakları olacak.
Senai DEMİRCİ

BİZ


Ne çok kırdık birbirimizi. Ne çok anlamadık, tanımaya bile çalışmadık. Köklerimiz ve ruhumuz aslında farksızken birbirinden, neydi paylaşamadığımız?
Bunca gürültü patırtıda kaybettik şartsız tebessümü. Selâmın özünü kavrayamadık. Anlatamadık birbirimize yüreğimizin dilini. Kendi kabuğumuza çekildik, vesveselerin sönük aydınlığında yorduk sevdalarımızı. Acı çektik biteviye, hem de boş yere. Kusurlarımızı unutmak için gıybet ateşlerine daldık. Uçlara talip olduk, hırslarımıza yenik düştük, dahasını istedik. Doyumsuzluklarda doyacağımızı, seraplarla kanacağımızı sandık. Sloganlaştırdık sevdalarımızı bile. Her birimiz farklı dünyalardayken aynı kalıplara sıkıştırdık duygularımızı.
"On santimetrelik komşu duvarlara" sığdırdık dağlar kadar mesafeyi. Aynı çatının altında yabancılaştık yüzlerimize. Çocuklara hikâyelerini vermedik. Bırakıverdik patırtılı ve acımasız çizgi filmlerin kollarına. Öldürmenin kolaylığını ve "ben" merkezli ferdiyetçiliği aşıladık. Hormonlarla çoğalttık sebzeyi ve meyveyi. Çok renkli ama kof, bereketsiz mahsullerle doldurduk sofralarımızı. Tek başına oturulan ziyafetlerden neden aç kalktığımızı anlayamadık. Yorulduk tatillerde, hüzünlendik bayramlarda, garipleştik yaşlılıkta, yalnızlaştık kalabalıklarda. Birkaç yüz kelimeyle konuştuk nasıl anlatabildiysek. Bari becerebilseydik susmayı. Mücadeleye verdiğimiz enerjiyi tanışmaya sarf etmedik. Keşfedeceğimiz değerler bizi çokça şaşırtabilirdi oysa. Biraz cesur olabilseydik, -en azından birbirimizin gözleri içine bakacak kadar- abartılı korkularımızın yersizliğini de görebilirdik. Şafakta gün doğumlarını izlemedik. Bereketi taşıyan taze sabahların sırrını kaybettik uykunun esaretli kollarında. Dikkatimizi çekmedi boyayla kapatmaya çalıştığımız beyaz tellerden çok siyah saçların varlığı. Havaî fişeklere sevindiğimiz kadar şaşırmadık yıldızların kaymasına. Tepemize inecekken yüzlerce kaya, neden yanıp da kül oluverdiklerini düşünmedik. Sevmenin ve sevilmenin gölgesini tadabilmek için bir ömür vermeyi göze alabildik, ama fark edemedik şah damarımızdan daha yakında duran gerçek aşkı.
Kaçan onca fırsat, giden onca gün. Bari kendimize olsun itiraf edebilseydik. Biraz olsun bulaşmadık mı en azından birkaçına? Biraz olsun saflığımızı yitirmedik mi? Böyle mi olmalıydık bizler; kilimlerde bile ilmek ilmek sevgi dokuyan erenlerin torunları. Sabır ve duânın ümitleri suladığı iklimin insanları. Gülistanlarına yetmişiki milleti çağıran evliyaların mirasçıları. Güngörmüş koca bir ömrün dile gelip dediği gibi, Sahi; "biraz olsun yaşarken ölmedik mi?"
Ayşegül AYGÜN