O
DİYARIN SAKİNLERİ'NDEN yiğit bir kadındı. Hendek savaşı
için sayıca on bin dolaylarında küfür ordusu Medine'ye gelmişti. Yüce Resûl
tedbir açısından şehirdeki kadın ve çocuklar emin bir yere toplatmış ve
başlarına da erkek bir sahabe vermişti. Fırsatı kollayan müslüman gözüken
münafıklar ellerine kılıçlar alarak, toplanmış kadın ve çocukları imha
edeceklerdi. İçlerinden birini öncü göndererek, kadınların başlarında erkek
muhafızlar olup olmadığını anlamak istediler. Yahudi gözcü kadınların bulunduğu
yere doğru gelirken Safiyye isimli yiğit bir kadın adamı gördü ve niyetini
anladı. Başlarındaki muhafıza giderek, o adamın başının kesilerek kendisine
getirilmesini söyledi. Ancak muhafız çekindi ve biraz korkak davrandı. Hz.
Safiyye bir çadır direğini sökerek eline aldı ve gitti yahudinin başına vurarak
öldürdü. Sonra başını kesti ve gözcü Yahudiyi bekleyenlerin üzerine fırlattı.
Yahudi münafıklar anladı ki kadınların başında erkek muhafızlar var. Hemen geri
çekildi ve evlerine dağıldılar.
Elbette
ki bu hadise ile dantelli bacılarımıza küçük çaplı bir uyarı olur. Göz
nurlarını ipliklere, oyalara mahkum eden kardeşlerimizin de fikir dünyalarına
küçük bir neşterdir. Bu diyarın sakinleri İslâmî hareket dediğimiz salih amelin
içerisine müslüman erkek ile müslüman kadını da katmalıdır. Hem de ölçüsünü,
sırrını inandığı dinden öğrenerek. Bacılarımız da bu .konuda cahiliye ile
anlaşmaya varmayan ve varması mümkün olmayan erkek kocalarını, babalarını,
kardeşlerini ve din kardeşlerini desteklemelidirler.
O
DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Adı Ümmü Süleymdi.
Ebu Talha ile evlenmiş ve bu izdivaçtan Ebu Umeyr isimli bir çocuk dünyaya
gelmişti. Küçük çocuk hastalanmış ve hastalığı artmıştı. İşi sebebiyle evinden
ayrıları babası bir daha çocuğunu sağ olarak göremeyecekti. O işine gider
gitmez çocuk vefat etmiş, annesi ise büyük bir soğukkanlılıkla çocuğunu
yıkamış, kefenlemiş ve evinin münasip bir yerine koymuştu. Oruçlu olarak evden
ayrılan kocasının geliş saatinin yaklaştığında kokulanmış ve evde mevcut olan
nimetlerle zengin bir sofra hazırlamıştı.
Ebu
Talha eve dönmüş, hazır sofraya oturarak iftarını açmış ve çocuğunu sormuştu.
Ümmü Şüleym, çocuğun sükûnet içinde yattığını, gayet iyi olduğunu söylemişti.
Ebu Talha bundan memnun kalmış ve huzur içinde yatmıştı. Gece olunca, hanımı
nefsini efendisine arzetmiş ve kocasını bu yönden memnun etmişti. Sabah olunca,
kocasına şöyle diyordu:
-
"Birşey sormak istiyorum. Bir
kimse birine emanet bir şey verse, zamanı gelince geri istese vermek gerekir
mi, gerekmez mi?" Kocası:
-
"Elbet geri vermek gerekir. Ne
hakla onu tutabilir ki?" Ümmü Süleym:
-
"Oğlun Allah'ın bize emaneti idi.
Allah emanetini geri aldı."
Ebu
Talha çok üzüldü. Daha önce haber vermediği için hanımına sitem etti.
İşte
hadisenin püf noktasını burada yakalıyor ve bu diyarın sakinlerine takdim etmek
istiyoruz. Öyle ya, çocuğu ölen kadın acaba çok mu merhametsizdi. Akşamdan
sabaha kadar niçin söylememişti? Sebebini yine ondan dinleyelim:
-
"Kocam oruçluydu. Eğer çocuğumun ölüm haberini akşamdan verseydim; buna
çok üzülecek yemek yiyemiyecek ve perişan olacaktı. Buna gönlüm razı
olmazdı."
İşte
bu diyarın sakinlerine kalıcı ve ibretlerle dolu bir mesaj. Cennetlik
hatunların, kocalarının üzülmelerine bile tahammülleri yoktur. Bu diyarın sakinleri:
"Bize bu kadar niçin yükleniyorsunuz? öyle kadınların, öyle kocalan
vardı" gibi bizlere
O
Diyarın Sakinleri 61 sitem etmesinler. Sadece şu hususa bir göz atsınlar;
Cihad, edeb, takva yönleriyle destekçi oluyorlar mı olmuyorlar mı?
O
DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Kendisi güzel ve
zengin, evleneceği erkek ise îman safının dışında kalmıştı. Erkek, bu evlilikte
ısrar ediyor, kadın ise onun îman etmesinde direniyordu. Allah'ın hidayeti
imdadına yetişmiş ve erkek de mü'minlerden olmuştu. Kadın bunu duyunca hemen
haber göndermiş:
-
"Şimdi evlenebiliriz. Senin getirdiğin bu şehadet kelimesi benim mehrim
olsun. başka bir şey istemem" demişti. Bu diyarın sakinleri olan müslüman
kızlarımız şimdi düşünmeliler. İslâm'ın sunduğu mehri almaya haklarının
olduğunu bilerek düşünsünler:
-
Sizi istemeye gelen müslüman bir gencin, tağutu reddetmiş olması, namuslu ve
iffetli yaşaması, cihad etmek için can atmış olması, uçkurunu yasak yerlere
açmaması acaba sizin evlilik hayatınıza manevi bir mehir olma mahiyetini
taşımıyor mu? Altın gerdanlıklar, bilezikler, burmaların hangisi size namuslu
ve cihad ehli bir genci satın alabilir?
O DİYARIN
SAKİNLERİNDENDİ. Yüce Resûlümüzün hem baldızı ve hem
de yengesi idi. Bazen yüce Resûlümüzün saçını tarama şerefine bile erişirdi.
Bir gün Peygamberimizin bir görevini yapmış ve sonra gözlerinden yaşlar
akmıştı. Kendisine sebebi sorulunca, şu cevabı vermişti:
-
"Ey Allah'ın Resûlü, düşünüyorum da Allah şeni bir gün aramızdan
alacaktır. İşte o zaman yönetenler mi olacağız, yönetilenler mi?"
Bu
diyarın sakinleri bacılarımıza Ağrı dağından büyük bir malzeme.
Yönetecekmisiniz, yönetilecek misiniz? Dünyanın yönetimini Rabbimiz kullarına
verdiğine göre, huzura hangi delil ve hangi yüzle çıkacağız?
Yönetenler,
dünyayı ve insanlığı îmanla Kur'anla, İslâmla yönetmeyeceğine göre, kalblerinde
iman, ellerinde Kur'an, hayatlarında İslâm olmayanların Ümmeti yönetmesi kara
bir leke olarak, büyük bir münker olarak bizlere kafi gelmiyor mu acaba?
O
DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Resûlullah'ı daha
altı yaşında iken bağrına basmış, hizmetine koşmuş ve yanından ayrılmamıştı.
Belki de Ebu Talip'ten sonra kendisini koruyan ikinci insan yengesi olan bu
kadındı.
Ölüm
saatine kavuşan bu kadın, öbür aleme uğurlanırken Peygamberimiz ağlamış, kendi
gömleğini kefen olarak ona giydirmiş ve mezara bizzat kendi elleriyle
indirmişti. Hadiseyi garip karşılayanlara karşı:
-
"O benim annem gibiydi. Beni o büyüttü. Çocuklarına yedirmez beni
doyururdu, onları ihmal eder, beni süsler, beni avuturdu. Gömleğimi ona
giydirmemdeki maksat, kabir azabından uzak tutulsun, cennet elbiselerine
kavuşsun niyetiyle oldu." buyurmuştu.
Bu
diyarın sakinlerinden nice nice bacılarımız da aynı yolun yolcusu olmaktalar.
Uyanışları biz erkeklerden daha süratli oldu. Bizler 50-60 senede zor uyandık,
kendileri ise beş-on senede gaflet uykularından silkinerek kalktılar. Bu
kalkışları burçlara sancağı dikene kadar sürer kanaatindeyiz.
Anılarla
dolu bir diyarı tekrar "Anadolu" yapmanın gayreti içerisine giren
bacılarımıza selam olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder