Küçük çocuk annesiyle birlikte geziyordu. Şehrin
parkıydı burası, ortasında büyükçe bir havuz bulunan. İlkbahar geldiğinden,
ortalık birçok canlıyla şenlenmiş; kanatlı karıncalar da yuvalarından çıkarak
uçmaya başlamıştı.
Havuz kenarına geldikleri sırada, küçük çocuk suya
bakıp:
"Anneel" diye bağırdı. "Bazı
karıncalar havuza düşmüş. Onları kurtarmamız gerekmez mi?"
Kadın da aynı tarafa baktıktan sonra:
"Suyun üstü karınca dolu" dedi.
"Onları kurtarmak için saatler lazım. Belki de günler."
Küçük çocuk gözlerini bir noktaya dikmişti.
O halini bozmadan:
"O zaman tek bir tane kurtarayım" dedi.
"Ama bunun için bana uzun bir sopa lazım."
Bir ağacın altında, budama için kesilen birçok dal
vardı. Kadın onlardan birini oğluna verdi ve yaptığı şeyleri izlemeye koyuldu.
Küçük çocuk havuzun yanına gittikten sonra sopasını
ileriye doğru uzattı. Ve karınca biraz öteye düştüğü için, suya doğru iyice
sarkmaya başladı. Annesi endişeye kapılmıştı. Su derin olmasa bile kesinlikle
soğuktu. Oğlu zaten hastalıktan yeni kurtulmuş, kendisini güç bela toplamıştı.
Allah'tan ki okula gitme yaşında değildi. Aksi halde derslerinde geri kalırdı.
Küçük çocuk aynı şeyi yapmaya çalışırken:
"Benim canım yavrum" dedi annesi.
"Sana yakın birçok karınca varken, neden orta yerdekiyle uğraşıp
duruyorsun? Onlar da canlı."
"Ama anne!" diye atıldı çocuk. "Bu
kadar karıncanın arasında, en fazla o karınca çırpınıyor.”
Cüneyd Suavi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder