Her hafta olduğu gibi mümkün olduğunca düzenli olarak blogumuza eklediğimiz Resimli Yazılar-Öğütler ve Ayet-Hadis-Dua-Vecize resimlerini bir gün sonra eklemeyi uygun gördük. Aşağıdaki yazıyı sizlerle başbaşa bırakıyoruz.
Gönlümüze cemre olması dileği ile...
Ateş Ne Yana; Sevda Ne Yana Düşer?
Sesime Ses Verecek Bütün Esmalara…
Gözü Yakup olanın gönlü Yusuftur biraz... Yetim çocuklara
el uzatan, küçücük bir gülücük uğruna ömür çürütebilecek olan bir Ömer ruhudur
biraz. Yusuf’un gönlüne, Yakup'un incecik Ömer'in kocaman cüssesine sığan
yumuşacık yüreğine sahip değilseniz lütfen bu yazıyı okumayın. Fiyakalı bir
insanlık elbiseniz var ama içi boşsa okumayın bu yazıyı. Kureyşli bir yolcuya,
sevgililer sevgilisine ay, Hâbeşli bir köle olurken siz efendilikte ısrar ediyorsanız
okumayın lütfen.
And olsun kararan geceye, doğmak için batan güne and
olsun ki gece nasıl çökerse insanlığın yüzüne, nasıl sarıverirse başıboş
şehirleri, caddeleri, yokla var arası salınan kaldırımları, bir gün hüzün de
öyle sarar insan yüreğini... Bir isyan, bir sitem ansızın dayanır yüreğinizin
kapısına. Ayak sesleri uygun adım yankılanır kalbinizin sokaklarında, silah
sesleri gibi... Bıçkın bir feryat dilinizden gönlünüze inerken, bilmem hangi
şehirden bilmem hangi çocuğun feryadı yükselir. Hayatın ne olduğunu anlamadan
ölümü tadanların garip ahları çınlatır gök kubbeyi. Hüzün amansız bir işgale
başlar titreyen yürekleri, kan gibi, ölüm, intikam, savaş gibi... Toplumlara
nasıl yakışmazsa kan, masum insanlara da öyle yakışmaz ölüm. Öylece sırıtır bedenlerde
hesapsız kurşun izleri.
Kırdır içinizde bir dal. Hayır, bir ağacın bütün
dalları. Baharda filizlenmeyi bekleyen bir fidan düşüverir gözünüze. Ne
ruhunuzu okşayan radyonuzun sesi, ne merakla beklediğiniz magazin haberleri, ne
günlük sevdalarınız ilk defa bir kenara çekilir. Çünkü hayatın bir yanı
kırıktır. Bir coğrafyada yaşam durmuş ve tam kalbinizin orta yerinde yanmaya
başlamıştır. Uzaklarda bir yangın vardır çünkü. Çünkü rüzgâr size barut, kan,
yanık kokuları getirmektedir. Zeytin gözlü çocukların gözünde yaş, bir camın
gerisinden son nefesini yüzünüze doğru veriyordur. Bir ana yüreğini
parçalarcasına bütün ahlarını alıp yanına, kadere sığınıyordur. Siz o gün
ayrıldığınız sevgilinizin acısı ile kavrulurken bir yerlerde bir baba evladını
sırtlamış ölümle yaşam arası koşturuyordur.
Ve bir kör dövüşü başlar ruhunuzda. Çünkü Mısır'a,
Suriye'ye, Filistin'e, Myanmar’a, Çeçenistan'a, Keşmir'e, Doğu Türkistan'a,
bilmem hangi şehre tanklar yürüyordur. İçinizde bir kış acıyordur. Öyle acıyordur
ki acılar acısız kalıyor, mevsimler üzerinize devriliyordur. Caddelerinize
simsiyah yenilgiler sızıyordur. Kaporası ödenmiş bir hayatta içinizin sokaklarında,
evlerinden kaçmış çocuklar haykırıyordur.
Mısır, Suriye, Filistin, Myanmar, Çeçenistan, Keşmir,
Doğu Türkistan... Bilmem hangi şehir...
Siz zihniniz bunlarla meşgul yürürken taşları bozuk
caddede, insanlar ilişir gözünüze, hiçbir gayesi olmayan kalabalıklar sürüsü.
Acelesi olanlar, olmayanlar, seyyar satıcılar, cami köşelerinde Allah rızası
pazarlayanlar, yoksullar, zenginler, hümanistler, İslamcılar, demokratlar,
işçiler, kafe köşelerini tutmuş boşlukta gezen öğrenciler... Hepsi globalleşen
dünyanın ovalleşen hatlarına tutunabilme çabasında. Hepsi avuç içi kadar yerde
flu da olsa bir görüntü aramada. Çoğu modern dünyanın plaketli sosyologları,
dünyayı satranç tahtasına çeviren stratejistler, bu dünyanın patronları,
sermaye piyasaları, silah tüccarları, süper güçler, sivil toplum örgütleri ve
bilgisayarının başında, sanal âlemde, ekran başında şarkı dinleyen ya da
mesajlaşan sizlere savaşlar hakkında cilalı laflar döktürenler (mesela bu yazıyı kaleme alan yazıcı)...
Sonra bir çocuk elma şekerini yitirir de ağlamaya başlar
içinizde. Bir güvercin yavrularına yem götürürken vurulur, yavrularını kedi
kapar. Bütün yaslı hayatlar için İçinizden ansızın bir sonbahar geçer. İnsanlar
küçüldükçe ölüm büyür, ölmek kadar yaşam ezberlenir sonra. Ve sonra içinizde
bir bahar ölür, daha yeşillenmeden.
Ve Mısır'a, Suriye'ye, Filistin'e, Myanmara,
Çeçenistan'a, Keşmir'e, Doğu Türkistan'a, bilmem hangi şehre tanklar yürür.
Televizyon ekranını kırasınız gelir, bir kan toprağa düşerken. Ayağı çıplak
bir çocuk çığlıklarla anasını ararken bir ebabil havalanır içinizden. Siz bakadururken
uzaktan, siz bekleyedururken en harbi demeçler sunan kalabalıklar arasında. Siz
bekleyedururken ateşin ne yana sevdanın ne yana düştüğünü bilmeden.
Bakarsınız devran döner. Belki hayallerimizi
bağrımıza basıp söylenmemiş sözleri söylemeye cesaret ederiz. Belki bir çocuk
iki kere ikinin dört ettiği kadar mağlup bir hayattan galip çıkar. Kibritçi kız
son kibritle ısınır. Keloğlan padişahın kızını alır. Bakarsınız içimizdeki çocuk
son elma şekerini de yer.
Gün doğmak için
batar a cancağızım, doğmak için... And olsun ağaran geceye, battıktan sonra
doğan güne and olsun...
Sesime ses verecek gönüllere selam ola....
(Not: Bu yazıyı
yazmakta bu kutlar geciktiğim için yeryüzünün bütün temalarından özür
dileyerek...)
Hasan Ali Meriç
Ribat Dergisi Kasım 2013
1 yorum:
İçim düğüm düğüm,gözde yaşlar,ahhh elden ne geliyor duadan başka...Ne yazık ki insanoğlu çok çabuk unutuyor her şeyi,şu an birçok yerde
müslüman kardeşlerimiz zulum görürken bizlerin sesi çıkmıyor...Rabbim büyük,biz mi sabırsısız bilmiyorum,"kahhar" ismi tecelli etsin istiyoruz çoğu zaman ama Rabbim mutlaka herşeyi görüyor...Elbet hesap günü elecek!dua,dua...
Yorum Gönder