Argo sözler arasında "Ağzına tükürdüğümün..." veya "(Ben onun) ağzına tükürürüm.!" gibi kullanımlara rastlamışsınızdır. Terbiyesi elvermeyenler için ağır küfürler yerine kullanılan ağza tükürmenin aslı birtakım hurafelere dayanır.
Eskiden sıtma, ateşli hastalıklar, ellerde çıkan siğiller, aklî dengesini yitiren kişiler, vs. için birtakım cahil hocalara gidilip nefes ettirilirdi. Tıbbın gelişmediği ve din istismarının alıp yürüdüğü zamanlardan kalan bu alışkanlık hâlâ, binlerce saf insanın, akın akın falcıların, cinci hocaların veya sözde ermişlerin kapısında birikmesine sebep olmaktadır. Eskiden hastalara nefes eden kişiler hiç olmazsa birkaç dua ile içinde "şifa" sözü geçen ayetleri okurlar ve Kur'an'ın şifa olmasından medet umarak kendilerince bir kâğıda ayetler, tılsımlar, rakamlar, şekiller, vs. yazar, bunları üçgen biçiminde kıvırıp muska diye hastalara verirlermiş. Şimdiki muskaların içinde ne yazılı olduğunu hocanın kendisi bile bilmemektedir.
Muska ve nefesin tarihine bakıldığında ta Keldanilere kadar bu tür istismarların olageldiği görülmektedir. Gök bilimleriyle yakından ilgilenen Mezopotamya toplumu Keldanilerin, falcılıkla geleceği öğrenmeye çalışmak gibi hastalıkları da ilâçlar yerine tılsımlar ile tedavi etme yöntemleri var imiş. İslâmiyet’in bunu menetmiş olmasına rağmen kolay geçim yolu arayan birtakım cahil hocalar, bu tür tedavi yollarında mahir olduklarını söyleyerek yine kendileri gibi cahil ve üstelik de çaresiz insanları istismar etmiş, güya onlara şifa dağıtmışlardır. İşte bu tür hocaların muska yazabilmeleri ve okuyarak nefes edebilmeleri için bir üstattan el almaları yani sembolik olarak "Tu tu tuu!" diyerek ağızlarına tükürtmeleri gerekir. Böylece ağzına tükürülen kişi, tükürenin yetkilerini kullanabilir, onun halifesi veya vekili gibi icraatta bulunabilir. Bu, bir tür icazetname ve mezuniyettir ki artık o kişinin de okuduğu hastayı iyileştirebileceği yahut muskalarının şifa olacağına inanılır. Tabii bunun karşılığında ağza tükürene dünyalık bir şeyler de takdim edilmesi gelenektendir.
Bebek yahut küçük çocukların, manevî itibarına ve ermişliğine inanılan kişilere götürülerek ağızlarına tükürtülmesi ve ardından da ileride o kişi gibi ulu bir zat olmaları için dua istenmesi yakın zamanlara kadar geçerli olan Anadolu âdetlerinden biriydi. Eski tekkelerin eşikleri, bu sebeple çok aşınmış olsa gerektir.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki argodaki ağzına tükürmek deyiminde, bir üstünlük mücadelesi vardır. Birisinin ağzına tükürdüğünü veya tükürmek istediğini "ağzına tükürdüğüm" veya "ağzına tüküreyim" gibi basmakalıp deyimlerle ifade eden kişi, söz konusu meselede ağzına tükürülenden daha usta olduğunu veya olabileceğini ima etmeye çalışmakta, "Bu konuda ben onun ağzına tükürürüm!" diyerek de bir nevi tehdit savurmaktadır.
El almak deyimi tasavvufta herhangi bir mürşide intisap etmeyi karşılar. Tarikata ait bir töreyi yapmak, bir etkinlikte bulunmak ve hastalığa okumak için izin almaya "el almak"; bunun karşılığına da "el vermek" denir. El veren kişi kendisi de bir mürşitten el aldığı için bu silsilenin ta Hz. Peygamber'e kadar uzandığına inanılır ve hatta bazı hastalıklara okuyan, kurşun döken, tılsım yapan yaşlı kadınlar "Tuu, tuu, tuuuu; el benim elim değil Fatma anamızın elleri" diyerek hasta üzerine (çocukların da ağzına) tükürürler.
Ağza tükürmenin yalnızca hasta okumağa özgü bir gelenek olmadığını şu hikâyeden de anlamak mümkündür:
Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camî’nin meclisinde,
— Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselâmı gördüm. Mübarek ağzının tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.
Molla Cami, adamın, şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır'ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:
— Be ahmak, öyle değil! Bence Hızır aleyhisselâm bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!..
İskender Pala - İki Dirhem Bir Çekirdek
Eskiden sıtma, ateşli hastalıklar, ellerde çıkan siğiller, aklî dengesini yitiren kişiler, vs. için birtakım cahil hocalara gidilip nefes ettirilirdi. Tıbbın gelişmediği ve din istismarının alıp yürüdüğü zamanlardan kalan bu alışkanlık hâlâ, binlerce saf insanın, akın akın falcıların, cinci hocaların veya sözde ermişlerin kapısında birikmesine sebep olmaktadır. Eskiden hastalara nefes eden kişiler hiç olmazsa birkaç dua ile içinde "şifa" sözü geçen ayetleri okurlar ve Kur'an'ın şifa olmasından medet umarak kendilerince bir kâğıda ayetler, tılsımlar, rakamlar, şekiller, vs. yazar, bunları üçgen biçiminde kıvırıp muska diye hastalara verirlermiş. Şimdiki muskaların içinde ne yazılı olduğunu hocanın kendisi bile bilmemektedir.
Muska ve nefesin tarihine bakıldığında ta Keldanilere kadar bu tür istismarların olageldiği görülmektedir. Gök bilimleriyle yakından ilgilenen Mezopotamya toplumu Keldanilerin, falcılıkla geleceği öğrenmeye çalışmak gibi hastalıkları da ilâçlar yerine tılsımlar ile tedavi etme yöntemleri var imiş. İslâmiyet’in bunu menetmiş olmasına rağmen kolay geçim yolu arayan birtakım cahil hocalar, bu tür tedavi yollarında mahir olduklarını söyleyerek yine kendileri gibi cahil ve üstelik de çaresiz insanları istismar etmiş, güya onlara şifa dağıtmışlardır. İşte bu tür hocaların muska yazabilmeleri ve okuyarak nefes edebilmeleri için bir üstattan el almaları yani sembolik olarak "Tu tu tuu!" diyerek ağızlarına tükürtmeleri gerekir. Böylece ağzına tükürülen kişi, tükürenin yetkilerini kullanabilir, onun halifesi veya vekili gibi icraatta bulunabilir. Bu, bir tür icazetname ve mezuniyettir ki artık o kişinin de okuduğu hastayı iyileştirebileceği yahut muskalarının şifa olacağına inanılır. Tabii bunun karşılığında ağza tükürene dünyalık bir şeyler de takdim edilmesi gelenektendir.
Bebek yahut küçük çocukların, manevî itibarına ve ermişliğine inanılan kişilere götürülerek ağızlarına tükürtülmesi ve ardından da ileride o kişi gibi ulu bir zat olmaları için dua istenmesi yakın zamanlara kadar geçerli olan Anadolu âdetlerinden biriydi. Eski tekkelerin eşikleri, bu sebeple çok aşınmış olsa gerektir.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki argodaki ağzına tükürmek deyiminde, bir üstünlük mücadelesi vardır. Birisinin ağzına tükürdüğünü veya tükürmek istediğini "ağzına tükürdüğüm" veya "ağzına tüküreyim" gibi basmakalıp deyimlerle ifade eden kişi, söz konusu meselede ağzına tükürülenden daha usta olduğunu veya olabileceğini ima etmeye çalışmakta, "Bu konuda ben onun ağzına tükürürüm!" diyerek de bir nevi tehdit savurmaktadır.
El almak deyimi tasavvufta herhangi bir mürşide intisap etmeyi karşılar. Tarikata ait bir töreyi yapmak, bir etkinlikte bulunmak ve hastalığa okumak için izin almaya "el almak"; bunun karşılığına da "el vermek" denir. El veren kişi kendisi de bir mürşitten el aldığı için bu silsilenin ta Hz. Peygamber'e kadar uzandığına inanılır ve hatta bazı hastalıklara okuyan, kurşun döken, tılsım yapan yaşlı kadınlar "Tuu, tuu, tuuuu; el benim elim değil Fatma anamızın elleri" diyerek hasta üzerine (çocukların da ağzına) tükürürler.
Ağza tükürmenin yalnızca hasta okumağa özgü bir gelenek olmadığını şu hikâyeden de anlamak mümkündür:
Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camî’nin meclisinde,
— Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselâmı gördüm. Mübarek ağzının tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.
Molla Cami, adamın, şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır'ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:
— Be ahmak, öyle değil! Bence Hızır aleyhisselâm bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!..
İskender Pala - İki Dirhem Bir Çekirdek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder