Film ekibi, çölün kızgın güneşi altında çekim yapıyordu. Havanın aşırı derecede sıcak olmasına bir de çölde çalışmanın alışılmadık koşulları eklenince ekip üyeleri, çalışmalarında daha da zorlanıyorlardı.
Sette herkesin oflayıp puflayarak çalıştığı bir sırada, nereden ve ne zaman geldiğini kimsenin bilmediği yaşlı bir Kızılderili, yönetmene yaklaştı ve gizli bilgi veriyormuşçasına bir özenle şöyle fısıldadı:
“Yarın var, çok yağmur olmak...”
Yaşlı kızıl derilinin bu uyarısını o an ciddiye almayan yönetmen, ertesi gün bardaktan boşalırcasına yağmur yağdığını görünce çok şaşırdı.
Yaşlı kızıl derili, biraz sonra yine geldi yönetmene ve kulağına yaklaşıp, yine fısıltıyla şöyle dedi:
“Yarın var, çok fırtına olmak...”
Ertesi gün büyük bir fırtına çıkıp, çölün alt üst olduğunu gören yönetmen, bu kez yaşlı kızıl derilinin gelmesini beklemeden, adamlarına onu bulup, hemen işe almalarını söyledi:
“O yaşlı kızıl derili olmazsa, biz burada bu filmi bitiremeyiz” dedi. “ne kadar para istiyorsa verin ve filmi bitireceğimiz son güne dek onun burada bizle çalışmasını sağlayın.”
Adamlar yaşlı kızıl deriliyi buldular ama çölde film ekibiyle çalışmaya onu bir türlü razı edemediler. Önce yüz bin doları reddeden Apaçi, daha sonra iki yüz bin doları reddetti. Adamlar dört yüz bin, beş, altı yüz bin dolar derken bir milyon dolara çıkınca, yaşlı kızılderili direnmeyi bıraktı ve “peki” dedi.
Film ekibi sorumluları onu aldılar ve çöldeki kampa getirdiler.
Bir ay boyunca yaşlı kızılderilinin her söylediği doğru çıktı.
“Yarın var, çöl fırtınası olmak” dedi, ertesi gün çöl fırtınası oldu. “Yarın var, kavurucu bir rüzgar esmek olmak” dedi, ertesi gün soluk aldırmayacak denli kavurucu bir sıcak rüzgar esti. Yönetmen bir milyon dolar karşılığında da olsa yaşlı apaçiyi işe almış olmaktan çok memnundu.
Aradan bir süre geçtikten sonra yaşlı kızılderili sustu. Ertesi gün çölde havanın nasıl olacağını, nedense, artık söylemiyordu. Yönetmen “onu kızdırıp, gücendirmeyeyim... Nasıl olsa geçicidir onun bu durumu” diye düşündü ve sabırla beklemeye başladı.
Üç gün, beş gün, bir hafta, iki hafta derken aradan bir ay geçince, sabrı tükenen yönetmen kendini daha fazla tutamadı, birazda sesini yükselterek patladı:
“Bana bak ihtiyar” dedi. “Sana bu iş için dünyanın parasını ödedim. Eğer susmaya devam edersen, kovarım seni buradan... Neden söylemiyorsun ertesi gün havanın nasıl olacağını?...”
Yaşlı Kızılderili dudaklarını büktü:
“Yok olmak kabahat bende” dedi. “Var olmak kabahat bunda...”
Çantasını açtı kırık dökük parçalar çıkardı ve şöyle dedi:
“Var kırılmak olmak benim cep radyo...”
17 Mart 2009 Salı
YAŞLI KIZILDERİLİ ÇÖLDE FİLM SETİNDE...
Etiketler:
Hikayeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder