22 Mart 2009 Pazar

BİR AVUÇ KIRMIZIDIR, ÖMRÜMÜZE SÜRÜLEN


Vazgeçtim çocuk olmaktan, çocukça yaşamaktan, hayatın karşısında çocukça durmaktan. Vazgeçtim hiç olmamış, hiç olamamış bilyelerimden, bisikletimden,
kalemim, defterimden.
Kitapların olsun istemiyorum artık, aklımdan çıkardım bulutlarla oynaşan uçurtmayı. İstemiyorum başımı her koyuşumda diken olup batacak yastıkları, düş kurmaktan başka bir işe yaramayan yumuşak yatakları, giymeye heyecanlandığımız bayramlık ayakkabıları; ha unutmadan, bir de bayramları. Uzun zaman oldu bir bayramla yüz yüze gelmeyeli.
Siz onları isteyenlere verin. Biliyorum; onları isteyenlerin dudakları hiç susuz kalmadı, bir seher vakti evleri ile beraber mutlulukları yağmalanmadı. İşitiyorum; hiç kan dolmadı gövdelerine babaları hançerlenirken gözlerinin önünde. Henüz kundakta olan kardeşleri, minik bir kuşun gökyüzünden koparılması gibi çekip l-koparılmadı yeryüzünden parçalanarak vücutları. Saçlarında yıldızları biriktiren annelerinin siyah yemenilerinden tutulup saatlerce toprakta sürüklenmiş kan rengi bedenini görmediler.
Mühim meşguliyetleri var başka yerdeki çocukların. Top koşturuyorlar sokak aralarında onlar, kendilerine has oyunlar oynuyorlar, bir şeyler içiyorlar, arkadaşlarla gezmeye çıkıyorlar, çiçek topluyorlar kırlardan rengârenk; ama hiç namlu niyetine taş toplamadılar yıkılmış sokaklarda. Bir taşın sertliği ile yüzleşmedi ömürleri. Oysa biz yaramıza kapamak için dahi bir taşı bir pamuktan daha çok yeğledik; geceleri yıldızların sayıldığı vakitlerde kaç kör yüreği inletiriz diye yıldızların yerine taşları hesap ettik.
“Ben kim miyim?” ben un ufak olmuş düşlerin arasında kendi hayallerini kırmıza boyanmış olarak bulan bir savaş çocuğuyum. Buralarda resimler, düşler ne mavidir ne pembe; her şeyde ve her yerde kırmızı hâkimdir olabildiğince. Yollar kırmızı; bulutlar, dağlar kırmızı; avuçlarımız, gözlerimiz hep... Bir gülün kırmızısı değildir hemhal olduğumuz; uçuşan düşlerimizi önüne katıp götüren, geride bir yığın kırık ömür, yorgun
gecelerde asılı kalmış birkaç tebessüm, biraz avare, biraz hissiz bir hüzün ve kan gölünün kesif kokusu sinmiş katil bir kırmızıya aşinadır ruhumuz. Daldan kopardığımız her şey kırmızıdır artık. Kana bulanmıştır, kırmızıdır; anamın başından kaptığım hasret kokulu son yazması.
Kör, sağır ve dilsiz vicdanların zulmüne hala direnebiliyorsak, vaktin beş memesinden sabır emdiğimizdendir ve her bir yaramıza öpücükle selam kondurduğumuzdandır. Çünkü biz biliriz ki; dünyaya ve kurşunlara gözlerimizi ilk açtığımız gün kulağımıza ezan, yüreğimize gözyaşı ve ağıt, avuçlarımızdaki her çizgiye de direniş okunmuştur.
Ve biliriz ki; bundandır bu kadar çok yitişimiz yaşam için. Artık suskunum ve omzumdaki dağlar üşüdüğündendir yorgunluğum. Kuru, cılız göğsüm artık tedirgin; ne de olsa ben bir çocuğum. Fakat ben vazgeçtim çocuk olmaktan, hayatın karşısında çocukça durmaktan, çocukça yaşamaktan. Şimdi ürkek bir inilti göğsümde: siz büyük olanlar! Benim gibi gülerek karşılayabilir misiniz adressiz kurşunları? Söyleyin, rolleri değişmenin vakti gelmedi mi?
Ayşegül Altunhan - Yolcu Dergisi

Hiç yorum yok: