15 Eylül 2008 Pazartesi

PENCEREDEN GÜZEL MANZARA



Hastanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu. Bunlardan koğuşa ilk gelen, pencerenin önüne; ikincisi ortaya, üçüncüsü ise kapı kenarına yatırılmıştı.
Bir gece, pencerenin yanındaki hasta öldü. Onu kaldırdıktan sonra ortadaki hastayı pencerenin önüne, kapının yanındakini de ortaya yatırarak boşalan yere yeni bir hasta getirdiler. Pencere önüne alınan iyimser adam, dışarıda gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başladı. Yol kenarındaki parkı, dev çınar ağaçlarını, cıvıldaşan kuşları, işlerine koşuşan insanları, neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu.
Adam, bir müddet sonra, gelip geçenlere isim takmaya başladı. Öteki hastalar, artık sabah işe gidenlerin, seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin hikayelerini dinleye dinleye, onları gözleri önünde canlandırabiliyorlardı.
Bir gün, ortadaki hastanın aklına ansızın bir fikir geldi. Eğer pencerenin önündeki hastaya bir şey olacak olsa oraya kendisi geçecek ve onun hikâyelerini dinlemektense, dışarıdaki renkli ve canlı hayatı kendi gözleriyle görecekti. Yattığı yerden hep bunu düşünüyor çareler araştırıyordu. Sonunda onu da buldu. Pencerenin önündeki hastaya bazen bir kalp krizi geliyordu.
Bir gece, pencerenin önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde, ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını deviriverdi.
Ertesi sabah; pencerenin önündeki hastayı ölü buldular. Ve onu kaldırdıktan sonra, ortada yatan hastayı cam kenarındaki yatağa geçirdiler.
Adam, göreceği manzaranın heyecanıyla dışarı baktığında, beyninden vurulmuşa döndü. Pencerenin birkaç metre ötesinde, simsiyah bir duvardan başka bir şey yoktu.

Hiç yorum yok: