Ünlü düşünür Heidegger maddesel yaşama kendisini kaptırarak aslında kendisini oyalayan, günlük hayattaki olayların gidişatına tüm enerjisini yönlendirmiş, sığ yaşamlar sürdüren insanlardan bahseder. Bu kişilerin ortak özelliğinin varoluşlarını unutmak olduğunu söyler. Buradaki sığlık seçimlerden kaçarak, sorumlulukları yeterince almayarak adeta kaçak döğüşle yaşanan bir hayattır.
Bu hayatın içindeki erkekler daha fazla para, daha fazla güç, daha fazla kadın peşinde hayatlarını geçirirler. Bu hayatın içindeki kadınlar, daha fazla gençlik, daha fazla güzellik ve daha fazla güce sahip erkek peşinde hayatlarını geçirirler.
Bu erkekler ve bu kadınlar yaşlandıkça huysuzlaşırlar. Sonun farkında olmadan yaşamak, sona yaklaştıkça daha sevimsiz davranmalarına sebep olur. Bunun tersine, varoluşunu düşünen ve olayların oluşum şekliyle uğraşan kişilerin daha derinliği olan hayatlar yaşayabileceklerini söylemiştir. Bir sonun olduğunun farkında olmak ve bunu düşünebilme cesaretini göstermek, bugün attığımız adımların ne adına ve nereye koşmak için atıldığının ayrımına varmamıza olanak tanır.
Bu iki grubun arasındaki en önemli fark hayat kalitesinin ve hayat doyumlarının oluşmasındadır. Birinci gruptakiler kaliteli bir hayatın içinde dahi olsalar doyumsuzken, ikinci gruptakiler yaşam koşullarının kalitesinden bağımsız olarak doyumlu bir yaşam sürdürürler. Gerçeği keşfetmek ve doyumu yakalamak adına bulmamız gereken sır nedir? Bu sırrı aşağıdaki satırlarda bulacaksınız:
Ölümü, yaşamın sonu olarak tanımlarız. Yaşam ve ölüm kelimelerini daha çok adeta birbirini takip eden iki sürecin tarifinde kullanırız. "Yaşam, yaşanır ve ölümle sonlanır" değil yaşamın içindedir. Oradadır ama uzaklaşmaya çabalarız. Her geçen gün yaklaştığımızı bilerek. Korkutucu olan ona yaklaştığımızı bilmek değil tam tersine yokmuş gibi davranmaktır.
Yaşam olayları karşısındaki davranış ve tutumlarımız üzerinde ölümün her zaman gizli bir dokunuşu vardır. Ölüm fikrinin ruhlarımız üzerine yüklediği kaygıyla baş etmek adına yaptıklarımız, hayat seçimlerimizin -bizler pek de farkında olmadan- rotasını çizer. Yaşamın içinde sanki ölümle ilgili her şeyi unutmuş gibi yaşarız. Zaten onu hatırlatan şeyleri hiç de sevmeyiz. Hayatımızda doğduğumuz andan itibaren geleceğimizle ilgili herşey belirsizdir. Mutlu mu, mutsuz mu? Başarılı mı, başarısız mı? Zengin mi, fakir mi? Evli mi, bekar mı? Gelecekle ilgili her şey belirsizken, belirli olan tek bir şey vardır; bir gün var olamayacağımız.
Bunu düşünmeyi sevmeyiz, hatta bunu düşünmek kaygılanmamıza sebep olur. Peki sizce bilinçli olarak ölümü aklımıza getirmediğimiz yani düşünmediğimiz zaman, ölümle ilgili kaygılardan kurtulmuş oluyor muyuz?
Mesela siz hanımefendi, bu yazıyı bir Pazar sabahı keyfi içinde "Pazar ekinde yazan bir doktor, ne iyi okuyayım da bakalım" yeşil çayın başka vücuda nasıl faydaları bulunmuş". Veya "Sağlıklı kilo verirken nasıl detoksda yapabilirim" türünden bir yazı olarak okumaya niyetlenip, hiç de şu anda düşünmek istemeyeceğiniz konularla karşılaştınız."
Her daim genç, güzel ve sağlıklı olmanın büyülü formüllerinin, hangi otları kaynatarak içeceğiniz çayda olduğunu ararken, bir sonunuzun olduğu fikri acaba sizi neden bu kadar rahatsız etti? Yaşamınızdaki doyumsuzluğun faturasını, neden hep kendi dışınızdaki insanlara çıkarttığınızı hiç düşündünüz mü?
Veya siz beyefendi, bu yazıyı da okurken pek çok kere yaptığınız gibi "tamam ya ne diyor yani, yazının ben hemen en sonunu okuyayım" diye yazının tümünü okumadan şu anda bu satırları okuyorsanız, bir düşünün bakalım, yaşamınızda da, acaba aynı acelecilikle kendi sonunuza koşuyor olabilir misiniz?
Aman bir şeyler kaçırmayayım diye panik içindeki hareketlerinizin size acaba neler kaybettirdiğini kaç kere düşündünüz?. Şimdi dönün yazıyı bir kere daha okuyun... Hepinize, sonun olduğunu ve sınırların var olduğunu bildiğiniz, bu kısıtlılığın yaşadığınız anlara yüklediğiniz değerleri arttırdığı bir hafta diliyorum.
Bu hayatın içindeki erkekler daha fazla para, daha fazla güç, daha fazla kadın peşinde hayatlarını geçirirler. Bu hayatın içindeki kadınlar, daha fazla gençlik, daha fazla güzellik ve daha fazla güce sahip erkek peşinde hayatlarını geçirirler.
Bu erkekler ve bu kadınlar yaşlandıkça huysuzlaşırlar. Sonun farkında olmadan yaşamak, sona yaklaştıkça daha sevimsiz davranmalarına sebep olur. Bunun tersine, varoluşunu düşünen ve olayların oluşum şekliyle uğraşan kişilerin daha derinliği olan hayatlar yaşayabileceklerini söylemiştir. Bir sonun olduğunun farkında olmak ve bunu düşünebilme cesaretini göstermek, bugün attığımız adımların ne adına ve nereye koşmak için atıldığının ayrımına varmamıza olanak tanır.
Bu iki grubun arasındaki en önemli fark hayat kalitesinin ve hayat doyumlarının oluşmasındadır. Birinci gruptakiler kaliteli bir hayatın içinde dahi olsalar doyumsuzken, ikinci gruptakiler yaşam koşullarının kalitesinden bağımsız olarak doyumlu bir yaşam sürdürürler. Gerçeği keşfetmek ve doyumu yakalamak adına bulmamız gereken sır nedir? Bu sırrı aşağıdaki satırlarda bulacaksınız:
Ölümü, yaşamın sonu olarak tanımlarız. Yaşam ve ölüm kelimelerini daha çok adeta birbirini takip eden iki sürecin tarifinde kullanırız. "Yaşam, yaşanır ve ölümle sonlanır" değil yaşamın içindedir. Oradadır ama uzaklaşmaya çabalarız. Her geçen gün yaklaştığımızı bilerek. Korkutucu olan ona yaklaştığımızı bilmek değil tam tersine yokmuş gibi davranmaktır.
Yaşam olayları karşısındaki davranış ve tutumlarımız üzerinde ölümün her zaman gizli bir dokunuşu vardır. Ölüm fikrinin ruhlarımız üzerine yüklediği kaygıyla baş etmek adına yaptıklarımız, hayat seçimlerimizin -bizler pek de farkında olmadan- rotasını çizer. Yaşamın içinde sanki ölümle ilgili her şeyi unutmuş gibi yaşarız. Zaten onu hatırlatan şeyleri hiç de sevmeyiz. Hayatımızda doğduğumuz andan itibaren geleceğimizle ilgili herşey belirsizdir. Mutlu mu, mutsuz mu? Başarılı mı, başarısız mı? Zengin mi, fakir mi? Evli mi, bekar mı? Gelecekle ilgili her şey belirsizken, belirli olan tek bir şey vardır; bir gün var olamayacağımız.
Bunu düşünmeyi sevmeyiz, hatta bunu düşünmek kaygılanmamıza sebep olur. Peki sizce bilinçli olarak ölümü aklımıza getirmediğimiz yani düşünmediğimiz zaman, ölümle ilgili kaygılardan kurtulmuş oluyor muyuz?
Mesela siz hanımefendi, bu yazıyı bir Pazar sabahı keyfi içinde "Pazar ekinde yazan bir doktor, ne iyi okuyayım da bakalım" yeşil çayın başka vücuda nasıl faydaları bulunmuş". Veya "Sağlıklı kilo verirken nasıl detoksda yapabilirim" türünden bir yazı olarak okumaya niyetlenip, hiç de şu anda düşünmek istemeyeceğiniz konularla karşılaştınız."
Her daim genç, güzel ve sağlıklı olmanın büyülü formüllerinin, hangi otları kaynatarak içeceğiniz çayda olduğunu ararken, bir sonunuzun olduğu fikri acaba sizi neden bu kadar rahatsız etti? Yaşamınızdaki doyumsuzluğun faturasını, neden hep kendi dışınızdaki insanlara çıkarttığınızı hiç düşündünüz mü?
Veya siz beyefendi, bu yazıyı da okurken pek çok kere yaptığınız gibi "tamam ya ne diyor yani, yazının ben hemen en sonunu okuyayım" diye yazının tümünü okumadan şu anda bu satırları okuyorsanız, bir düşünün bakalım, yaşamınızda da, acaba aynı acelecilikle kendi sonunuza koşuyor olabilir misiniz?
Aman bir şeyler kaçırmayayım diye panik içindeki hareketlerinizin size acaba neler kaybettirdiğini kaç kere düşündünüz?. Şimdi dönün yazıyı bir kere daha okuyun... Hepinize, sonun olduğunu ve sınırların var olduğunu bildiğiniz, bu kısıtlılığın yaşadığınız anlara yüklediğiniz değerleri arttırdığı bir hafta diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder