27 Ocak 2009 Salı

ABAYI YAKMAK


Aba, dövme yünden değişik kalınlıklarda yapılan bir tür kumaşın adı olup genellikle beyaz renkte imal edilir. Siyah renklisine ise kebe denir.

Bu cins kumaşın kullanıldığı pek çok yer olmakla beraber, aba denilince genellikle dervişlerin giydiği hırka anlaşılır. Vücudun tamamını örtecek kadar geniş ve uzun, yakasız ve yensiz dikilen abanın özelliği, düğmesiz olup kuşak ile kullanılmasıdır.

Abanın tekke mensupları ve tasavvuf ehli olanlar yanında diğer insanlar tarafından da kullanılan bir giyecek olması, aba hakkında dilimize pek çok deyim ve atasözü kazandırmıştır.

Abalı: Fakir, kimsesiz.

Abacı: (Mecazen) Hazıra konmayı seven, bedavacı.

Abası kırk yerinden yamalı: Yırtık pırtık giyecek kadar fakir.

Alaca abalı: Hırkası yamalıklarla dolu olacak kadar fakir.

Abaya bürünmek: Tasavvuf yoluna girmek.

Kaba (kebe) yerine aba giymek: Tasavvuf yoluna girmek.

Başını abaya çekmek: (Mecazen) Ölmek.

Aba da bir kaba da bir giyene (Güzel de bir çirkin de bir sevene): İnandığı şey adına her şeyi hoş gören; ince eleyip sık dokumayan, meşrebince yaşamak için başkalarının ayıplamalarını hiçe sayan.

Aba vakti yaba; yaba vakti aba (olmaz): Her işe uygun bir araç veya yol yordam mevcuttur. (Yaba, harmanda ekin savurmaya yarayan dört çatallı tırmık çeşidi olup aba giymiş bir insan tarafından kullanılması zordur. Bunun birinci sebebi, harman mevsiminin çok sıcak olması; ikincisi de yaba sallarken abaya dolaşmasıdır. Buradan yola çıkarak atasözünden mecazen, ibadet zamanı ibadet; iş zamanı iş anlayışı çıkartılabilir.)

Abanın kadri yağmurda bilinir: Aba insanı yağmurdan koruduğu gibi abaya bürünen insanlar da belâ yağmurlarından korunur, (muş diye rivayet olunuyor!)

Aba yeninden yıldız gösterir: Maddî zenginlik veya manevî kudret ile dileyeni muradına erdirecek kudrete sahip kişileri anlatır.

Bir abam var atarım; nerde olsa yatarım: Gezginci dervişlerin hâlini anlatan bu söz, taşa toprağa, oduna tahtaya, çula çaputa ehemmiyet vermeyen kişilere özgü anlayışın ifadesi olup gönül zenginliğini anlatır.

Zeyl: Aba ile alâkalı olarak üç deyim daha kaldı. Tam da zamanımızı anlatıyorlar: Birincisini "Vur abalıya!" diye kullanıyorlar. İkincisine "Aba altından sopa göstermek" diyorlar ki derviş geçinme iddiasında iken dervişliğe yakışmayan işler yapmaktan kinaye olarak “çok masum gibi görünüp de zorbalığa soyunma”yı karşılıyor. Diğeri de üçüncü -kişiler için kullanılan "Abacı kebeci; bu neci (Abacı, kebeci, sen neci?)" sözüdür. Sanırız, bunu izaha hacet yoktur. Şimdi gelelim abayı yakmaya.

Bu deyim mecazen "birisine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek" gibi anlamlar ihtiva eder. Dervişler arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden, "Ooo! Abası hayli yanıktır!" gibi ifadeler kullanılırmış.

Eski tekkelerin mimarî kompleksi içinde bir mescit (veya cami), ortada şadırvanı olan bir avlu ve avluyu çevreleyen derviş hücreleri, büyükçe bir dershane, mutfak, kiler, ambar, vs. bulunduğu bilinmektedir. Bilhassa kış aylarında dershanenin ocağı harlı ateşle yakılarak dervişanın burada toplanmaları sağlanır; böylece hem iktisat yapılır, hem de uzun saatler mürşitten istifade ortamı oluşturulurdu.

İşte böyle bir kış gecesinde, yün abalarına bürünmüş dervişler dershanede halka olup şeyh efendiyi dinlemeye başlamışlar. Efendi hazretleri, coştukça anlatmış; anlattıkça coşturmuş ve dervişler kendilerinden geçecek derecelere gelmişler. Bu sırada, ocağa sırtı dönük dervişlerden birisinin abasına ateş sıçrayıp dumanı tütmeye başlamışsa da dervişin sıcaklığı hissettiği yok!.. İçindeki ateş, dışındakinin sıcağını bastırmış durumda. "Pir aşkına Yâr aşkına (Allah aşkına)!" yanmaya devam ediyor. Nihayet şeyh efendi, dumanı fark edip bu müridini ikaz ile yanmaktan kurtarıyor ve arkadaşları arasında mahcup olmasın diye onu diğerlerine "gerçek Hak âşıkı" olarak tanıtıyor. Şimdi argo lisanda kullanılan "abayı yakmak" deyimi, işte o hadisenin yadigârıdır.

Hiç yorum yok: