En zor şeydir tek başına kalmak. Seni anlamayanlar içinde kendi kendine konuşup, kendi kendini dinlemek, kendi fikirlerinle kor kor yanıp tutuşmak. Sağında solunda seni dinlemeyen, dinlese anlamayan taş yığınlarıyla bir arada bulunmak…
Peki nasıl düşeriz bu yalnızlık çıkmazına?
Karşınıza bir insan çıkar. Ya da siz öyle zannedersiniz. Aldanırsınız, inanırsınız. Yaptığı hataları hoş görür, "dostun attığı taş, baş yarmaz" dersiniz. Tam, dertlerimi, hüzünlerimi, sevinçlerimi, sırlarımı paylaşabileceğim bir dost buldum dersiniz. Dersiniz demesine de -argo tabiriyle- attığı kazık, size "DOST" kavramının "erişilmez bir CEVHER" olduğu gerçeğiyle karşı karşıya bırakır. İnancınız sarsılır, dünya başınıza yıkılmıştan beter olursunuz. Dönersiniz "daldan kopan kuru yaprağa". İnsanlara olan güveniniz yok oluverir. Aşık Veysel'in de dediği gibi "dost, dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır" dersiniz.
Artık karşınıza çıkan her insanla aranıza dağlar kadar mesafeler koyar ve bu mesafeleri asla yok edemezsiniz. Sohbet ederken bile bir resmiyet ortamı olur. Konuşamazsınız her şeyi, anlatamazsınız derdinizi. Arkadaş bulursunuz ama dost; ASLA!
İçinize attığınız sevinçleriniz, hüzünleriniz, gözyaşlarınızla oluşan denizde boğulur. Aynalardaki o mutlu insan nerede? Kendinizi tanıyamaz hale gelirsiniz. O neşeli, cıvıl cıvıl, hayatı ve insanları seven, etrafına gülücükler dağıtan, hayat veren kişi gitmiş; yerine somurtkan, hiçbir şeyden zevk almayan, hayattan "yoğurtlu çorba" misali tiksinen, idealleri suya düşmüş, amaçsız, mutsuz, mızmız, yorgun ve bezgin biri çıkar karşınıza. Kendinizle bile samimi olmayı başaramazsınız. Her şeyi şakaya vurur, boş verirsinizde, iş böyle gerçeklerle yüzleşmeye gelince, vücudunuzdaki bütün yaralar depreşir, kanar. Ve bunun şakaya vurulacak bir yanını bulamaz, yalnızlık kulvarının önde yayalarından oluverirsiniz.
Artık dost aramaktan vazgeçer, asla dostunuzun olamayacağını düşünürsünüz. Ve şöyle dersiniz:
"Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar…
….
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa…"
Çevrenizdeki insanlar sanki size zarar vermek için uğraşıyormuş gibi gelir. Sizi sürekli tenkit eder, bir ayıbınızı yakalamak için canla başla çalışırlar. Aslında tabi ki başkalarının eleştirilerine ihtiyaç duyarız, ama bu eleştiriler pozitif olursa bizi yaralamaz. Başkalarının kırıcı ve zarar verici eleştirilerine karşın insanın içinde her zaman demirden bir kalkan olmalıdır. Bu da sabırdır. İnsanın kalbinin böylesi eleştirilere karşı nasır bağlamış bir yönü olmalı. İyi de, hiçbir dostumuz yok veya yalnızlık kulvarına düşmüşsek ne yapmalıyız?
Ya hayat maratonuna bezmeden devam edecek, gönlümüzü sağlam tutacağız, ya da komalık hasta gibi bir köşede ölümü bekleyeceğiz. Fakat hayat yarışı insana böylesi bir bekleyiş toleransı tanımayacaktır.
"Ya hep, ya hiç" diyecektir.
Öyleyse, nasır bağlamış yüreğimizdeki kalkanla yolumuza devam edeceğiz. Ufak hadiseler, önemsiz olaylar, minik üzüntüler insanı hüznün uçsuz, bucaksız kuyusuna atmamalı ve yalnızlığın girdabına sokmamalı…
(…) alıntı..
ya çok seversin yanarsın, yada sevecek dost bulamadığın için yanarsın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder