12 Nisan 2008 Cumartesi

KARDELENLERE

“Çaresizseniz,
çare sizsiniz...”


KARDELEN
Müstesna bir mekânda, istisna bir çiçekti yalnızlığımız... Adın kardelendi; karlar kalkmadan yüreklere vurulan isyanın, bedeni infilakıydı açıklaması. Bedeni infilaklar, fikri inkılâpların ana kucağıydı.

Kargaların ötmeye başlayıp, bülbüllerin sustuğu coğrafyanın nadide çiçeğiydin. Kutlu haykırışı temsil eden, bebelere isim olan... İsmi ile müsemma bir hayat yaşayabilmek için artık ilk mermi namludaydı. Namluda gül vardı. Barut, buram buram toprak kokuyordu. Toprak, yükü ağır bir devin sancılarıyla: “Biz neyledik o koskoca elleri” şiirini anıp “İmparatorluğa Mersiye” yakıyordu. İmparatorluk yıkılırken gülenler, özür dilemek için yastaydı.

Ulu çamlar, fırtınalı diyarlarda ve zamanlarda yetişirmiş. Sen buna amadeydin. Avuçlarına sayılan iltimaslara prim vermedin. Tek başına kalsan da, hep bir gün; sırtına basıp yücelenleri düşündün... Görmesen de hissettin, sabrettin. Sabrın Eyyüb’ün sabrına eşdeğerdi.

Rahatın ve rehavetin, ideallerin ölüm döşeği olduğunun farkındaydın. Atalet gösterenlerin; adalet kaybedeceği ihtarını çok yaptın... Dinletemedin... Dinlemeyenler, dilenmeyi kader sandılar. Oysa kendileri çağırmışlardı azabı…

Sevgiyi saygıyı başucuna yastık; azmi, kararlılığı, mücadeleyi bedenine dayanak; Allah korkusunu, günahları ruhuna barınak yaptın. “Ümitvar olunuz!.”, “Gevşemeyiniz, üzülmeyiniz!” tebessümünü yansıttın.“En üstün...” olduğunu bilmeyip zillet içinde yaşayanlara, izzet tavsiye ettin.

Ah!.. Sendin dağlarda, buzlu çamurları delip başını çıkaran... Güneş, ay sana benzemek, bezenmek isterdi. Gökyüzü ışık yağdırırdı semalardan...

Sana âşıktı kuşlar, sana pervaneydi bütün uçuşlar. Sabır ağacının özgün bir meyvesiydin. O kadar tasasız ve gamsızdın ki dünyaya; o kadar da yakın İslam’ a...

Dillere vurulan perçinin, yüreklere mıhlanan derdin, sessiz isyanıydın. Sağanak sağanak yağan belaların, sabahlara kadar bekleyen neferiydin; onun, sevgi olduğundan habersizleri düşünerek. Gerçek fırtınaları hep sakin denizde beklerdin. Hiçbir dertle hemhal olmadığında maşukuna olan aşkından tereddüt ettin. Veya aşkının samimiyetinden…

Sen Zeynep’tin, sen Sümeyye, sen Hümeyra, sen çiçektin, sen kelebek sen isyankâr Süreyya... Yüreği kanayan yüzünden tebessümler fışkıran, hercai bir menekşe... Uzak diyarların asık suratlısı, hırçın bakışlısı değil; yakın mesafelerin huzur bahçesi, muhabbet bülbülüydün...

İstasyonlarda, meydanlarda, destanlarda, dualarda, derin nefes aralıklarıyla; beklenen, istenen, özlenen, kükreyensin...

Sen kardelensin,
Kardelen sen,
Cihan yansın bin kere,
Başını öne eğersen!...
Zekeriya Elifoğlu

Hiç yorum yok: